Ana içeriğe atla

Uğur Mumcu cesaretiyle yaşamak*


GAZETECİLİK VE KİŞİSEL BİR BAŞLANGIÇ

·         Bu metni hazırlama nedenim üzerine düşünürken gazetecilik adına benzer kaygıları yaşadığımızı bildiğim pek çok meslek büyüğümü, meslektaşımı düşündüm.
Şöyle dedim kendime: Aramızdan bazılarımızın, bazen hepimiz adına bir ses olması gerekiyor. Sen şimdi bu sessin. Mesleğin adına, meslektaşların adına konuş!
Sosyal medyadan bu etkinliğin duyurusunu da öyle yaptım. Dedim ki;
“Gümbür gümbür yok olup giden bir meslek adına kaygılarımızı dillendirmeye, Uğur Mumcu'nun gazetecilik cesaretinin hepimize bulaşmasını dilemeye gidiyorum. Dilim döndüğünce, elimden geldiğince...”

Bu mesleğe, tam da Uğur Mumcu’nun katledildiği yılın sonunda, katledildiği yerde, Ankara’da başladım. Mumcu öldürüldüğünde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ikinci sınıf öğrencisiydim. Sömestr tatilindeydik, pazar günüydü. İzmir’de, evdeydim. Televizyonda Halit Kıvanç’ın programı vardı, birden kırmızı şeritli bir alt yazı acele acele, sürekli geçmeye başladı: “Gazeteci Uğur Mumcu, evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu öldürüldü.”
Basın yayın okuyan, idealist bir öğrencinin zihnine o anın nasıl büyük bir etkiyle yazıldığını tahmin edersiniz. Sömestre girmeden önceki dönem, yazınsal türler dersimizin hocası Emin Özdemir, Uğur Mumcu’yu bize daha yeni anlatmıştı. Araştırmacı gazeteciliğin, belgeli gazeteciliğin en önemli temsilcisiydi o. (Emin Hocamı da 2017 Eylül'ünde kaybettik, devri daim olsun.)
O yılın sonunda üçüncü sınıfta yerel bir dergide çalışmaya başladım. 1994 Ocak sayısı için suikastın birinci yıl dönümünde Uğur Mumcu dosyası hazırlamak istedim. 20 yaşında tıfıl bir muhabir olarak nasıl yaptım bilmiyorum ama Mumcu’nun avukat ağabeyi Ceyhan Mumcu’dan randevu alıp kendisiyle röportaj yaptım. Necatibey Caddesi’ndeki küçük, hafif loş yazıhanesinde, masasının karşısında dizlerim titreyerek oturup sorular sorduğumu hatırlıyorum. Kardeşini yitirmiş bir ağabeyin acısını hissettiğimi, ona acısını yeniden hissettirdiğim için suçluluk duyduğumu hatırlıyorum. Birinci anma yıl dönümünde evinin önündeki devasa kitlenin arasındaydım. Dava sürecine dair arşiv taraması da yaparak yazıyı tamamladım ancak dergi çıkmadı. Mezun olup İzmir’e dönüp Yeni Asır gazetesinin televizyonu Yeni TV’de çalışmaya başlayınca o metni biraz daha zenginleştirerek 3. yıl dönümünde televizyon programına dönüştürdüm. O programın ise kayıtları yok elimde. Ha, sonra ben o televizyondan da kovuldum!

Öznelmiş gibi görünen bu hikâye aslında mesleğin doğasına ilişkin birçok dersi barındırıyor.
  •        Araştırmacı gazeteciliğin en önemli ismi Uğur Mumcu katledilmişti; demek ki bu tehlikeli bir meslekti.
  •        Kardeşi karanlık güçler tarafından katledilmiş bir avukatla, suikast üzerine röportaj yapmak için cesur olmak gerekirdi; demek ki bu mesleği yapmak için cesur olunmalıydı.
  •        Özene bezene hazırladığın bir dosya yayınlanmayabilirdi; demek ki mesleğin sürmesi için gazetecinin dirayeti ve cesareti kadar yayıncının da tutarlılığı önemliydi.
  •        Hazırladığın dosya yayınlanmış olsa bile kayda geçirilmemiş, uçup gitmiş olabilirdi; demek ki yayıncılık, arşivcilik gerektiren, tarihe belge bırakma sorumluluğu taşıması gereken ciddi bir işti.
  •        Ayrıca işten kovulabilirdin; demek ki kamu yararına bir meslek olan gazetecilikte yapayalnızdın.
  •     Tabii bunları 20'lerimdeki aklımla düşünmem olanaksızdı. Yılların süzgecinden geçerek olgunlaşan düşünceler bunlar.


Her meslektaşımın günlük yaşamında, mesleğini yaparken rutin bir hadiseymiş gibi karşılaştığı pek çok sorun aslında mesleğin geneline ilişkin böylesi büyük ipuçları ve dersler barındırıyor. Bu ve daha başka sorunlar nedeniyle benim gibi birçok meslektaşım artık aktif gazetecilik yapamıyor.

UĞUR MUMCU OLAYI VE DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ

·         Gazetecilik böyle bir meslekse gazeteci Uğur Mumcu kim ve neden hedef seçildi?
Hepimizin bildiği gibi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken başladığı bu meslekte ilk yazısı, Yunus Nadi Ödülü’ne layık görülmüş, bir süre idare hukuku asistanlığı yaptıktan sonra profesyonel olarak gazeteciliği seçmiş, dönemin pek çok önemli gazete ve dergisinde çalışmış, idealist, ilkeli, Atatürk devrimlerine gönülden bağlı, dürüst, yurtsever bir gazetecidir.
Çeyrek yüzyıldır faili meçhul bu suikastın failinin meçhul kalacağı daha o gün, olay yerindeki delillerin çalı süpürgesiyle süpürülmesinden, devlet protokolünün kanıtlar üzerinden yürüyerek geçmesinden belliydi. “Cinayeti çözmek namus borcudur“ dendi ancak namus sözleri tutulmadı… Uğur Mumcu suikastının faillerini yakalamak için başlatılan, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi gibi birçok olayı kapsayan Umut Davası, geçen yıl yeniden başladı. Dava, vicdanları rahatlatamıyor bir türlü...



·         Ocak ayı, gazeteciler için acı hatıralarla dolu bir zaman diliminin adı. Farklı yılların bu döneminde kaybettiğimiz değerlerimiz sıraya giriyor.
8 Ocak’ta Metin Göktepe’nin katliyle başlayan yıl dönümleri; 19 Ocak’ta Hrant Dink, 24 Ocak’ta Uğur Mumcu, 31 Ocak’ta Prof. Dr. Muammer Aksoy ile devam eder. Hemen ardına eklenen gün, 1 Şubat da Abdi İpekçi’nin katledilme yıl dönümüdür ki İpekçi cinayeti, Uğur Mumcu için dönüm noktasıdır, birazdan gelelim bu konuya.
İronik bir şekilde, Çalışan Gazeteciler Günü de ocak ayında kutlanıyor; 10 Ocak’ta. Gazetecilerin çalıştırılmasına dair düzenlemeleri, iyileştirmeleri içeren 212 sayılı yasanın kabul edildiği tarih, Çalışan Gazeteciler Günü olarak kabul edilmiş. Ancak her 10 Ocak’ta kutlamadan ziyade çalışamayan, çalıştırılmayan, yaşam hakkı elinden alınan gazeteciler öne çıkar.
Biz her yeni yıla, meslektaşlarımızın acılarıyla gireriz. Yılın ilk ayında başladığımız anma yıl dönümleri, sonraki aylarda devam eder.
Yalnız Uğur Mumcu’nun katledilmesine yönelik tepkiler, Mumcu suikastının kendisine olduğu kadar o zamana dek olmuş ve sonra da olmaya devam eden tüm aydın cinayetlerine yönelik öfkenin kitleselleşmesi anlamına da geliyor. Bülent Ecevit, olayın ardından verdiği röportajda, Uğur Mumcu’nun ölümüne gösterilen tepki için “Atatürk’ün ölmediğini gösterdi” demişti.

·         Peki, neden gazeteciler katlediliyor Türkiye’de?
Bugün gazeteciler neden işsiz, işlevsiz bırakılıyorsa, susturuluyor, tutuklanıyorsa, neden medya organları egemenlerin dümen suyuna giriyorsa ondan…
Çünkü gazeteci, gerçeğin peşindeki kişidir. Kamunun çıkarları adına -ki burada kamu, geniş halk kitleleridir- gerçeği arar. Hiçbir güç odağının boyunduruğu altına girmeyen, boyun eğmeyen, evrensel ilkelerle halk yararına haberi arayan, ortaya çıkaran ve paylaşan kişidir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, “Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nde der ki;

Gazeteci, basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir. Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal bir nitelik taşır.”


İşte Uğur Mumcu, bu nedenle hedef seçilmiştir. Uğur Mumcu cesareti dediğimiz şey, onun gazetecilik cesaretidir. Hiçbir çıkar grubunun, güç odağının etkisi altına girmeyen Mumcu, Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin, belgeli gazeteciliğin adıdır.
Eğer bir ülkenin, aydınlığa oranla daha büyük bir kısmı karanlıktaysa...
Orada silah kaçakçılığı ve terör varsa...
Başta Anayasa olmak üzere hukuk çiğneniyorsa...
Askeri darbeler yaşanıyor, demokrasi askıya alınıyor, baskı, sansür ve otosansür artıyorsa...
Hukuksuz tutuklamalar, yargılamalar yapılıyorsa...
Suçlular ve güçlüler birbirine karışmışsa...
Mafya her yere sızmışsa...
Atatürk ilke ve devrimlerinin yerine şeriat ilkeleri geçirilmeye çalışılıyor, dini örgütler ülkeyi ele geçirme planları yapıyorsa…
Orada Uğur Mumcu’ları yaşatmazlar.
Çünkü Uğur Mumcu için gazetecilik; gerçeği aramak, belgelemek ve akışı tersine çevirmek için, hukukun egemen olması için o gerçeği cümle âleme duyurmaktır.


"GAZETECİLİK SİYASİ BİR UĞRAŞTIR"

1984 yılında BBC Türkçe’ye verdiği röportajda, “Gazetecilik siyasi bir uğraştır” der Uğur Mumcu. Hukukçu kimliğinin büyük etkisiyle dava dosyalarını inceler. Çok okuyan, dünyayı takip eden bir gazetecidir. “Bizde gazeteciler okumaz yazardır. Köşesinde oturur, yazısını yazar” der. Belgeleri nereden bulduğu sorulduğunda, “Bir dava dosyası çok ciddi okunursa bütün belgeler orada vardır. Kaçakçılık olaylarına ilişkin haberlerim, son yirmi yılın kaçakçılık dosyalarına dayanıyor. Bizde konulara üstünkörü yaklaşılır” diye cevap verir. Beş yüz sayfalık Abdi İpekçi dosyasını on kez okumuştur, açıkları yakalayabilmek için.


Abdi İpekçi cinayeti, Uğur Mumcu için dönüm noktası oldu demiştik. Abdi İpekçi’nin öldürülmesiyle tetikçi Mehmet Ali Ağca’nın peşine düştü Mumcu. Ağca, '79’da İpekçi cinayetinin ardından '81’de Papa’ya suikast düzenlemiş, İtalya’da tutuklanmıştı. Mumcu, İtalya’da Ağca ile röportaj yaptı. Silah kaçakçılığı dosyasını açtı. Silah kaçakçılığının terörle yakın ilişkisini belgeledi. Bu yazılarını “Silah Kaçakçılığı ve Terör” kitabında bir araya getirdi. “Papa, Mafya, Ağca” kitabı da bu dosyanın devamı niteliğindedir. Bu konuda tek rakibi kendisiydi.
Ağca’nın İpekçi cinayetinde sakladığı ikinci isim olan Oral Çelik ismini, Mumcu buldu. Yıllar sonra Susurluk skandalıyla ortaya çıkacak olan derin devlet yapılanmasına, Abdullah Çatlı ismine ulaştı. Yaşasaydı, Susurluk kazası olmadan önce bu ilişkileri öğrenmiş olacaktık.
Başka neler yaptı Mumcu?
Devlet içindeki cemaat, tarikat yapılanmasını deşifre etti. Fethullah Gülen Cemaatinin devlette kadrolaştığını belgeledi. Hayali ihracatı ilk o ortaya çıkardı. Daha gazeteciliğinin ilk dönemlerinde, Altan Öymen ile hazırladığı “Mobilya Dosyası”, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hayali ihracatını anlatır.
Karanlığı kalemiyle aydınlatan, bunları yaparken de hiç korkmayan Uğur Mumcu’ları yaşatmazlar.
Ölümle tehdit edildiği halde yılmadan gazetesine gider, koruma dahi istemez Uğur Mumcu. 
Ölümden korktuğu halde ölüme inanmadığı için belki de… Yaşananları mizaha dönüştürmeyi de bilir.


Aziz Nesin, “Sakıncalı Piyade”ye yazdığı önsöze, “ellerin dert görmesin Uğur Mumcu! Sakıncalı Piyade’yi yazdığın için eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık” diye başlar.
Gülmecenin ustasıdır Nesin; “Kendi yazdıklarıma gülmem ama senin yazılarını gülerek okudum. Acı acı güldüm” der. Sakıncalı Piyade’de gülmecenin, yaşamın kendi gerçeğinde var olunca daha somutlaşarak ortaya çıktığını söyler.
Bildiğiniz gibi bir yazısında, Atatürk’ün İzmir’e girişini, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasını anlatırken “soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne” yazdığı için sakıncalı bulunmuştur. Askerliğini bu nedenle 72-74 yılları arası Ağrı’da sakıncalı piyade olarak yapar ve bu hikâyeyi aynı isimle kitaplaştırır. Sonra da kara mizahla yüklü kitabı, Rutkay Aziz’le birlikte oyunlaştırır ve oyun Ankara Sanat Tiyatrosu’nda tam 700 kez sahnelenir.
Baskı dönemlerinde baskıya gülerek, güldürerek karşı çıkmak cesaretin hası değil midir?
Deniz Gezmiş’e atfen söylenen o ünlü sözde olduğu gibi: Gülmek, devrimci bir eylemdir.



Öyleyse bugün bize düşen nedir?
Gülmek, okumak, hatırlamak ve konuşmak… 
Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözünde olduğu gibi okuyup bilgilenmek, uyanık olmak, medyada her yazılana ve söylenene inanmamak zorundayız.
Mumcu’nun 1965 yılında Yön dergisine yazdığı bir yazıda söylediği gibi:
“İnsanlar yalnızca konuştuklarından değil, sustuklarından da sorumludur.” 
İtiraz etmediğimiz haksızlıklar, boynumuza borç olur.
Yine Mumcu’nun 1975 tarihli “Sesleniş” yazısında “Vurulduk ey halkım unutma bizi” cümlesini hiç unutmamalıyız. Vurulanları unutmamalıyız.
Bize düşen, cesaret… 
Artık pek gazeteci de kalmadığına göre ortalıkta, basın yayın organlarının büyük bölümü parti ve şirketlerin birer parçasına dönüştüğüne, gazete ve televizyonlar parti ve şirket bültenlerine dönüştüğüne göre, televizyonlarda düşündüren, bilgilendiren, sorgulayan yayınların sayısı çok azaldığına göre, hepimize uyanık olma görevi düşüyor. Evet, gazeteci değilsek belki dosyaların peşine düşemeyiz, belgelere ulaşamayız ama en azından kendi medyamız olan sosyal medyada, sokaklarda, hiçbir yerde konuşamıyorsak bile evlerimizde, birbirimizle konuşmaya, itiraz etmeye devam etmeliyiz.
Ne demiş Goethe: 
“Cesaretini kaybeden, her şeyini kaybetmiştir.”

Dikili Belediyesi'nin 24 Ocak 2018'de düzenlediği Uğur Mumcu anma etkinliği konuşma metninden dönüştürülmüştür. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye sinemasının gönül yarası: Erkan Yücel

“Türk sineması onun kıymetini bilmedi.”  Sinema eleştirmenleri bu konuda içleri yana yana hemfikir. Türkiye sinemasında uluslararası bir festivalden ödül alan ilk oyuncu Erkan Yücel, hayatını adil ve eşitlikçi bir dünya için devrimci tiyatroya adamıştı. Ölümünün üzerinden çeyrek asır geçse de o, “Şimdi geçti buradan”. Erkan Yücel, deyince ilkin ne geliyor aklınıza? İyi bir tiyatro ve sinema izleyicisiyseniz bir yerlerden zihninize çarpmış olmalı bu isim. “Hakk â ri’de Bir Mevsim”den, “Bereketli Topraklar Üzerinde’den”, “Yorgun Savaşçı”dan, Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan (AST) ya da tiyatroyu Anadolu yollarına çıkaran bir derviş misali Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan... Kazandığı ödüllerden ya da filmleri yasaklanmış, kendisi çok kez tutuklanmış olduğundan mı duydunuz onun adını? Belki de doğaçlama ustası bir mizahçı namını biliyorsunuz. Hani o mizah kaseti furyası başlamadan çok önce bir dost meclisinde kaydedilen, meddahlık yaptığı kaset döne dolaşa sizin elinize de

Ah Mana Mu* dünyayı savaşlar şekillendiriyor, hâlâ!

Handan Gök ç ek’in ailesinin hikâyesinden yola çıkarak yazdığı mübadele romanı “Ah Mana Mu”, yine bir savaşın ortasında, onun yol a ç tığı kitlesel göç yaşanırken üçüncü baskısını yaptı. Ah Mana Mu'da mübadilleri, Elenika’da linç edilen Rum azınlıkları odağına alan, öykülerinde şiddete ve ayrımcılığa karşı sesini yükselten yazar, "Benim derdim, ötekilerle. Belki de büyüklerimin yaşadığı travma, genlerime işledi" diyor. Dünyaya şeklini yine savaşlar veriyor; coğrafi ve beşeri sınırlar yine savaşlarla ç iziliyordu. Anadolu ve Yunanistan’da vakitlerden, mübadele vaktiydi. Yatağı değiştirilen nehirler gibiydi hayatlar. O ailelerden birinin hikâyesi, üç kuşak sonra, “ Ah Mana Mu ” (Ah, anneciğim!) diye seslendi bize. Hayatından bir par ç ayı Yanya’dan Mersin Limanı'na gelirken mübadele yollarında bırakan Rena ile Sakuş’un acısını, İzmirli torunları Handan Gök ç ek yazdı. Roman, 2010 yılından bu yana kendi yolunda usul usul yürüdü. İlköğretim sekizinci sınıf

Bir gazetecilik ve siyaset okulu: Demokrat İzmir Gazetesi

Yola Demokrat Parti ile çıktı ama kısa zamanda gazete, “Demokrat”lığa sadık kalarak yolunu ayırdı. DP’nin en sıkı muhalifi, ülke çapında ses getiren haberlerin sahibi gazete, yetiştirdiği gazetecilerin ruhunda yaşıyor.  13 Şubat 1953 tarihli sayı İkisinin de adı “Demokrat” idi. Biri gazete, diğeri parti idi. 1946’da çok partili sistemin ilk seçimi, Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sinin (DP) de ilk seçimiydi. Ardından Adnan Düvenci’nin Demokrat İzmir Gazetesi, DP’nin yayın organı gibi kuruldu. Denirdi ki, “İki Adnanlar Ege’de DP’yi var etti”. Ancak gazeteyle partinin yolları 1950’lerin başında ayrıldı. Demokrat İzmir, solda muhalif bir gazeteye dönüştü, DP ile ters düştü, haberleri ülke çapında ses getirdi. En çok Attilâ İlhan’ın çıkardığı gazete olarak bilindi, gazeteciler için bir okul oldu.  Beş gazeteci, tanık oldukları dönemler üzerinden, Türk basın tarihinin mihenk taşı Demokrat İzmir’in hikâyesini ve aslında “demokrasi” kavramının siyasi tarihimizde geçtiği yoll