Yola Demokrat Parti ile çıktı ama kısa zamanda gazete, “Demokrat”lığa sadık kalarak yolunu ayırdı. DP’nin en sıkı muhalifi, ülke çapında ses getiren haberlerin sahibi gazete, yetiştirdiği gazetecilerin ruhunda yaşıyor.
13 Şubat 1953 tarihli sayı |
İkisinin de adı “Demokrat”
idi. Biri gazete, diğeri parti idi. 1946’da çok partili sistemin ilk seçimi,
Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sinin (DP) de ilk seçimiydi. Ardından Adnan
Düvenci’nin Demokrat İzmir Gazetesi, DP’nin yayın organı gibi kuruldu. Denirdi
ki, “İki Adnanlar Ege’de DP’yi var etti”. Ancak gazeteyle partinin yolları
1950’lerin başında ayrıldı. Demokrat İzmir, solda muhalif bir gazeteye dönüştü,
DP ile ters düştü, haberleri ülke çapında ses getirdi. En çok Attilâ İlhan’ın
çıkardığı gazete olarak bilindi, gazeteciler için bir okul oldu.
Beş gazeteci,
tanık oldukları dönemler üzerinden, Türk basın tarihinin mihenk taşı Demokrat
İzmir’in hikâyesini ve aslında “demokrasi” kavramının siyasi tarihimizde
geçtiği yolları anlattı.
DP’yi
kuran ve yıkan gazete
1940’ların
ortalarıdır. Adnan Düvenci, Paris’te sosyal bilimler okumaktadır. Bir
gün, İzmir’in ilk özel okulu Yusuf Rıza Mekteplerinin sahibi olan babası Yusuf
Rıza Düvenci’ye telgraf çeker: “Şu kadar para göndermezsen canıma kıyacağım.”
Babasının yanıtı, onun isteğini bastırır: “Cenazeni Pasaport’ta bekliyorum.”
İzmir’e döner Düvenci. Milli Mücadele döneminin ve cumhuriyetin ilk
bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un oğlu Yüksel Bozkurt’un da aralarında yer
aldığı entelektüeller, gazete kurma hazırlığındadır. Adnan Düvenci onlarla
birlikte, DP’nin desteğiyle Demokrat İzmir’i kurar ve kısa sürede gazetenin
tek patronu olur. DP’nin önde gelen güçlü kalemleri, Burhan Belge’ler (Murat
Belge’nin babası), Osman Kapani’ler yazarları arasındadır. Ama “İki Adnanlar”ın
ters düşmesi uzun sürmez.
Atilla Sertel ve Kaya Çelikkanat |
Gazeteci Kaya Çelikkanat, bu ayrışmanın nedenini
şöyle anlatır: “1950’lerin başında İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal
nedeniyle Menderes ile Düvenci’nin arası açıldı. Düvenci, Onursal için
Menderes’e, al bu hırsızı buradan, demiş. Oradan bir kapışma başladı. İkisi de
hırslı insanlardı, burunlarından kıl aldırmazlardı. Düvenci, kişisel
çıkarlarını gazeteciliğin üstünde tutan bir patron değildi. Merdivenin ilk
basamağından başlayanların gazetecilik bilinci, çıkarlarının üstündedir.”
Fotomuhabiri Hüseyin
Baradan da “Bu Gözler Neler Gördü” kitabında bu yol ayrımına neden olan olayı
şöyle yazar: “Sevgili İlhan Esen, rahmetli Adnan Düvenci, ben ve şoför Osman,
Balıkesir’deki DP İl Kongresi’ne gidiyoruz. Menderes ile Düvenci orada,
hakarete varan cümlelerle konuşmalarını sürdürüyorlar ve Düvenci, ‘Haydi, geri
dönüyoruz’ diyor. O günden sonra Demokrat İzmir Gazetesi tamamen muhalefete
dönüyor. Yani Demokrat İzmir Gazetesi, Demokrat Parti’yi kuran ve bence yıkan
bir basın olarak hükmünü sürdürüyor.”
DP, Demokrat İzmir’e sık
sık yayın yasağı koyar, kapatma cezası ve yöneticilerine hapis cezası verir.
DP’ye muhalefeti öyle sertleşmiştir ki bu çekişme 1959’da, Konak Elhamra
Sineması’nın yanındaki gazete binasının basılmasına varır. Kaya Çelikkanat, bu
olayın Yassıada Mahkemeleri’ndeki en somut delil olduğunu anlatır: “Adnan
Menderes direndi, Adnan Düvenci direndi ve bu direnme Demokrat İzmir’in yakılıp
yıkılmasına kadar ilerledi. 27 Mayıs İhtilali’nin arifesiydi. Menderes’in
talimatıyla Demokrat İzmir, DP’liler tarafından basıldı. Camı çerçeveyi
kırdılar, yakmaya kalkıştılar. DP’nin İzmir’deki milletvekilleri, yöneticileri
vardı. Hatta Yassıada Mahkemelerinde Anayasa’nın çiğnenmesinden çok, en somut
kanıt bu olay oldu. Olaylara karışanların çoğu yargılandı. Düvenci’nin bir
gözü görmezdi, ondan sonra ikinci gözü de görmez oldu.”
Gazete
solcu, patronu değil
1950’lerin sonunda gazetenin
Ege Bölgesi’ndeki tirajı 100 bini bulur. Öyle ki Baradan’ın ifadesiyle
“Demokrat İzmir’den yetişen, burada çalışıp da başka gazetelere transfer edilen
kişiler baş tacı edilirdi. Çünkü Demokrat İzmir, tam manasıyla basında bir
dördüncü kuvvet olarak ortalardaydı.” Çetin Gürel de 1961’de Demokrat İzmir’e,
maaşının düşmesi pahasına spor şefi olarak transfer olur: “O tarihte Ege Ekspres
gazetesinde 300 lira maaş alıyordum. Düvenci, ‘Ancak 250 lira verebilirim çünkü
300 lirayı birinci sayfayı yapan arkadaşa veriyorum’ dedi. Ben de ‘Benim için
rakam önemli değil, Demokrat İzmir gibi bir gazetede mesleğimi sürdürmek çok
daha önemli’ demiştim.”
O
gün kim boşsa Düvenci’ye gazeteyi o okur. “Birinci sayfa tamamen okunurdu.
Ondan sonra başlıklar ve aralarından Adnan Düvenci’nin istediği detaylar
okunurdu. Adnan Bey manşetlere karışırdı. Demokrat İzmir’in manşetleri de
manşetti yani” diyen Gürel, gazetenin etkisi hakkında fikir verir.
Gazete sol muhalefet yapar ama Düvenci aslında solcu değildir. Hatta, 1960 ihtilalinden sonra davet edip 1962’de sendikal faaliyetleri nedeniyle işten çıkardığı Kaya Çelikkanat’a, “Kardaşım, ben gazetemde sosyalizm ve sendikacılık istemiyorum” der. Çelikkanat ise patronuna, “Beyefendi” der, “bu gazetede çalıştığım için adım komüniste çıktı.” Çelikkanat, “Düvenci’nin öyle sağcı-solcu diye bir ağırlığı yoktu. Ama köşe yazarlarının adı sosyaliste çıkmış. Kemal Bilbaşar’dan tutun Naci Sadullah Danış’a, Attilâ İlhan’dan Halikarnas Balıkçısı’na, Aziz Nesin’den Rıfat Ilgaz’a kadar...” diye tarif ettiği kadro, Türkiye’de tüm zamanların en sağlam gazete kadrosudur. Eflatun Nuri’nin karikatürleri de en az o yazılar kadar “tehlikeli”dir. Çelikkanat bu durumu, “Gazetenin mayasında bir kavgacılık, eleştirellik vardı. Yazarlar, gazeteye kendi renklerini getiriyordu. Nazım Hikmet’in dostu Naci Sadullah Danış çok kavgacı, güçlü bir kalemdi. Ahmet Angın beş dil bilirdi, hem köşe yazardı hem çeviriler yapardı. Attilâ İlhan, eleştiriciydi. Öven gazeteci bizim için makbul kişi değildir. Çıkar umuyor, diye düşünülür” sözleriyle tanımlar. Düvenci, İzmir Gazeteciler Sendikası’nın kurucularından Çelikkanat’ı, kovduktan iki yıl sonra yine siyaset muhabiri olarak çağırır. Sendika, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) şubesi olur ve Demokrat İzmir’de meşhur grev başlar. Çelikkanat’ın ifadesiyle “Grev, Adnan Düvenci’nin işine gelir”:
“Çünkü makineleri yenilemek istiyordu. Rotatifler 10 katı daha hızlı çalışıyordu. Greve başlayınca Düvenci, ayrılma kardaşım, ben sana iş vereceğim, dedi. Grevdeyken benimle birlikte üç kişiyi göreve çağırdı. Biri de Erol Akıncılar’dı. Maaşımızı bir sene boyunca gazetede çalışırmışız gibi verdi.”
Gazete sol muhalefet yapar ama Düvenci aslında solcu değildir. Hatta, 1960 ihtilalinden sonra davet edip 1962’de sendikal faaliyetleri nedeniyle işten çıkardığı Kaya Çelikkanat’a, “Kardaşım, ben gazetemde sosyalizm ve sendikacılık istemiyorum” der. Çelikkanat ise patronuna, “Beyefendi” der, “bu gazetede çalıştığım için adım komüniste çıktı.” Çelikkanat, “Düvenci’nin öyle sağcı-solcu diye bir ağırlığı yoktu. Ama köşe yazarlarının adı sosyaliste çıkmış. Kemal Bilbaşar’dan tutun Naci Sadullah Danış’a, Attilâ İlhan’dan Halikarnas Balıkçısı’na, Aziz Nesin’den Rıfat Ilgaz’a kadar...” diye tarif ettiği kadro, Türkiye’de tüm zamanların en sağlam gazete kadrosudur. Eflatun Nuri’nin karikatürleri de en az o yazılar kadar “tehlikeli”dir. Çelikkanat bu durumu, “Gazetenin mayasında bir kavgacılık, eleştirellik vardı. Yazarlar, gazeteye kendi renklerini getiriyordu. Nazım Hikmet’in dostu Naci Sadullah Danış çok kavgacı, güçlü bir kalemdi. Ahmet Angın beş dil bilirdi, hem köşe yazardı hem çeviriler yapardı. Attilâ İlhan, eleştiriciydi. Öven gazeteci bizim için makbul kişi değildir. Çıkar umuyor, diye düşünülür” sözleriyle tanımlar. Düvenci, İzmir Gazeteciler Sendikası’nın kurucularından Çelikkanat’ı, kovduktan iki yıl sonra yine siyaset muhabiri olarak çağırır. Sendika, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) şubesi olur ve Demokrat İzmir’de meşhur grev başlar. Çelikkanat’ın ifadesiyle “Grev, Adnan Düvenci’nin işine gelir”:
“Çünkü makineleri yenilemek istiyordu. Rotatifler 10 katı daha hızlı çalışıyordu. Greve başlayınca Düvenci, ayrılma kardaşım, ben sana iş vereceğim, dedi. Grevdeyken benimle birlikte üç kişiyi göreve çağırdı. Biri de Erol Akıncılar’dı. Maaşımızı bir sene boyunca gazetede çalışırmışız gibi verdi.”
1966’da
grev bitmiş, makineler yenilenmiştir. Gazetenin çıkmasına az kalmıştır ki
Düvenci kalp krizi sonucu vefat eder. İşin başına eşi Ayten Düvenci ile oğlu
Yusuf Düvenci geçer. Attilâ İlhan, genel yayın müdürü ve başyazar olur.
Attilâ İlhan |
Attilâ İlhan, Sokrates gibiydi
Gazetede yedi yıl sürecek
bir dönem başlamıştır. Çetin Gürel, Attilâ İlhan’ı, “Çağdaş, çok iyi muhakeme
yapan, insan ilişkilerine değer veren, sevecen davranan bir yöneticiydi.
Kendini aşmış bir adamla çalışmak kolay. Komplekssizdi, batı uygarlığını
benimsemişti” diye tanımlar. Buna örnek bir diyaloğu anımsar:
“Attilâ İlhan ile üçüncü katın holünde konuşuyoruz. Ayten Hanım yukarı çıktı. ‘Attilâ Bey’ dedi, ‘İlhan (Esen) Bey arkadaşlarla her gün toplantı yapardı. Siz niye yapmıyorsunuz, böyle ayaküstü konuşuyorsunuz?’ Attilâ İlhan, ‘Biz o kadar anlaşmış bir ekibiz ki toplantıya gerek yok, bakışlarımızla anlaşıyoruz’ dedi.”
“Attilâ İlhan ile üçüncü katın holünde konuşuyoruz. Ayten Hanım yukarı çıktı. ‘Attilâ Bey’ dedi, ‘İlhan (Esen) Bey arkadaşlarla her gün toplantı yapardı. Siz niye yapmıyorsunuz, böyle ayaküstü konuşuyorsunuz?’ Attilâ İlhan, ‘Biz o kadar anlaşmış bir ekibiz ki toplantıya gerek yok, bakışlarımızla anlaşıyoruz’ dedi.”
Sanat
sayfaları, Attilâ İlhan’la başlar. İstihbarat Şefi Kaya Çelikkanat “Türkiye’nin
en kültürlü kişisi, Sokrates gibi” dediği Attilâ İlhan’ın odasından
öğrencilerin, gençlerin eksik olmadığını anımsar. Lise öğrencisi Lütfü Dağtaş
da o gençlerdendir, anlatır:
“Şiir ve denemeler yazıyorum ve bir üstâdın görmesini istiyorum. Üniversiteli arkadaşım Taner’e (Ünlü) gösteriyorum yazdıklarımı. ‘Attilâ İlhan, gençlerle ilgilenir, onlara yol gösterir’ diyor. Birkaç gün içinde koltuğumun altında dosyayla Demokrat İzmir Gazetesi’nin dik, loş, taş merdivenlerini tırmanıyorum. Odası merdivenlerin bittiği yerde. Kapıyı tıklatıyorum: ‘Girin!’ Ürkerek açıyorum. A, o da ne! Bizim ev Karşıyaka’da, Aksoy’da, Çamlık’la kesişen köşede. Öğle saatlerinde Aksoy’dan sahile çıktığım noktada karşımda beliriveren kısa boylu, başında şapkası hafif yana yıkık, saçları ensesinden taşmış bir adamla göz göze geliyoruz. Attilâ Bey’in de gözü beni ısırıyor mu, bilmiyorum. Karşısındaki sandalyeyi işaret ediyor. Elimin teriyle ıslanmış dosyayı, dizlerimin dibindeki sehpanın üzerine bırakıyorum:
- Bir şeyler yazmaya çalışıyorum...’
- Bırakın dosyayı, iki gün sonra gelin!’
İki gün sonra bu kez daha heyecanlı biçimde karşısındayım. Aynı sandalyeye oturuyorum.
- Şiir yazma! Sait Faik’i biliyor musun? Hiç okudun mu?
- Evet.
- Senin dilin sait Faik’in dili. Cebinde paran var mı?
- Biraz var.
- Hemen şimdi buradan çıkıp kitapçıya gidiyorsun. Sait Faik’in kitaplarını alıyor, okuyorsun. Deneme ve öykü yaz!
Teşekkür edip dosya koltuğumda o dik, loş merdivenlerden hayli buruk iniyorum. Sait Faik’i de kapıdan çıkar çıkmaz aklımdan siliyorum. Ama o sıra, çarşambaları yayımladığı sanat sayfasında iki denememe yer veriyor, buna da seviniyorum.”
Lütfü Dağtaş, bir yıl sonra Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu’nu kazanır. Birinci sınıfta hocası, Yeni Asır Spor Müdürü Şevket Özçelik “Stajyer alacağız” deyince Dağtaş talip olur. Stajı bitince “Gazeteci olacaksam, muhalif, sol bir gazetede, siyaset muhabiri olmalıyım” der. Yeni Asır’dan istifa eder ve Özçelik’e “Beni Demokrat İzmir’e yerleştirebilir misiniz?” der. İşe başladığı günün öğleden sonrası, Attilâ İlhan’ın istihbarat salonunda dolaşma saatleridir:
“Beni görüyor. Selamlıyorum kendisini.
- Bak çocuğum. Senin dilin edebiyatçı dili. Ama haber dili, bu dili bozar, kendine yazık edersin!
- Ben gazeteci olmak istiyorum efendim…
“Hangi Sol?” Demokrat İzmir’de başladı
“Şiir ve denemeler yazıyorum ve bir üstâdın görmesini istiyorum. Üniversiteli arkadaşım Taner’e (Ünlü) gösteriyorum yazdıklarımı. ‘Attilâ İlhan, gençlerle ilgilenir, onlara yol gösterir’ diyor. Birkaç gün içinde koltuğumun altında dosyayla Demokrat İzmir Gazetesi’nin dik, loş, taş merdivenlerini tırmanıyorum. Odası merdivenlerin bittiği yerde. Kapıyı tıklatıyorum: ‘Girin!’ Ürkerek açıyorum. A, o da ne! Bizim ev Karşıyaka’da, Aksoy’da, Çamlık’la kesişen köşede. Öğle saatlerinde Aksoy’dan sahile çıktığım noktada karşımda beliriveren kısa boylu, başında şapkası hafif yana yıkık, saçları ensesinden taşmış bir adamla göz göze geliyoruz. Attilâ Bey’in de gözü beni ısırıyor mu, bilmiyorum. Karşısındaki sandalyeyi işaret ediyor. Elimin teriyle ıslanmış dosyayı, dizlerimin dibindeki sehpanın üzerine bırakıyorum:
- Bir şeyler yazmaya çalışıyorum...’
- Bırakın dosyayı, iki gün sonra gelin!’
İki gün sonra bu kez daha heyecanlı biçimde karşısındayım. Aynı sandalyeye oturuyorum.
- Şiir yazma! Sait Faik’i biliyor musun? Hiç okudun mu?
- Evet.
- Senin dilin sait Faik’in dili. Cebinde paran var mı?
- Biraz var.
- Hemen şimdi buradan çıkıp kitapçıya gidiyorsun. Sait Faik’in kitaplarını alıyor, okuyorsun. Deneme ve öykü yaz!
Teşekkür edip dosya koltuğumda o dik, loş merdivenlerden hayli buruk iniyorum. Sait Faik’i de kapıdan çıkar çıkmaz aklımdan siliyorum. Ama o sıra, çarşambaları yayımladığı sanat sayfasında iki denememe yer veriyor, buna da seviniyorum.”
Lütfü Dağtaş, bir yıl sonra Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu’nu kazanır. Birinci sınıfta hocası, Yeni Asır Spor Müdürü Şevket Özçelik “Stajyer alacağız” deyince Dağtaş talip olur. Stajı bitince “Gazeteci olacaksam, muhalif, sol bir gazetede, siyaset muhabiri olmalıyım” der. Yeni Asır’dan istifa eder ve Özçelik’e “Beni Demokrat İzmir’e yerleştirebilir misiniz?” der. İşe başladığı günün öğleden sonrası, Attilâ İlhan’ın istihbarat salonunda dolaşma saatleridir:
“Beni görüyor. Selamlıyorum kendisini.
- Bak çocuğum. Senin dilin edebiyatçı dili. Ama haber dili, bu dili bozar, kendine yazık edersin!
- Ben gazeteci olmak istiyorum efendim…
Lütfü Dağtaş |
Gazeteciliğe 1971’de, Gazetecilik Yüksekokulu ikinci sınıfta Demokrat İzmir’in adliye
muhabiri olarak başlayan Ahmet Ünal Dilekçi de ustaya sunar, öykü denemelerini:
“Attilâ Ağabey şunlara bir bak, dedim. Tamam Ahmetçiğim bırak, dedi. Bir hafta geçti, kapısını çaldım. Ahmet sen röportaja devam et. Bunlar öykü dili değil, röportaj dili olmuş, dedi.”
muhabiri olarak başlayan Ahmet Ünal Dilekçi de ustaya sunar, öykü denemelerini:
“Attilâ Ağabey şunlara bir bak, dedim. Tamam Ahmetçiğim bırak, dedi. Bir hafta geçti, kapısını çaldım. Ahmet sen röportaja devam et. Bunlar öykü dili değil, röportaj dili olmuş, dedi.”
Ahmet Ünal Dilekçi |
Gazete,
sol siyasetin mutfağı gibidir. Şeref Bakşık’lar, Ziya Han’lar, Necdet Onur’lar buradan yetişir. 1973 yerel seçimlerinde Akın Simav da CHP’den Buca adayı olur.
Ancak seçimi, Işılay Saygın kazanır. (Simav daha sonra MSP İzmir adayı Turgut
Özal’ın kazanamadığı seçimde CHP’den meclise girecektir.) İstihbarat Şefi Akın Kıvanç ise MHP'yi destekler.
Dilekçi, o günleri, “Yazı işleri müdürüyle istihbarat şefi arasındaki görüş
ayrılığı gazetenin yayın politikasına da yansıyordu. Hatta bir dönem, politika
muhabiri olduğum halde CHP'ye gitmem bile yasaklanmıştı. Atilla İlhan, tanık
olduğu bu tür olaylar karşısında hayrete düşer, ‘Allah Allah yahu, olur mu
böyle şey!’ deyip kafa sallayıp istihbarat salonundan odasına geçerdi” diye
anımsar. İlhan, 1973
sonlarında Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını kabul edip Ankara'ya yerleşir.
CHP’li Akın Simav Genel Yayın Müdürü olur. Simav ile Kıvanç arasındaki dengeyi,
1974’ten, 1976’da ayrılana dek Yazı işleri müdürlüğü yapan Çetin Gürel sağlar.
Yaşar Eyice, “Demokrat İzmir’in özelliği, her kesimden insanın
olmasıydı. Yalan yazmaz, hakkımızı korur, diye herkese güven vermişti.
Yıllardır hiçbir gazeteye köylünün gelip de sorununu anlattığına rastlamadım.
Ama köylüler Demokrat İzmir’e geliyordu” diye tanımlar bu durumu. “Gazetenin
adını yazdığı kişi ya milletvekili; ya belediye başkanı ya parti meclisi ya
da il genel meclisi, belediye meclisi üyesi oluyordu” der.
Sabah’ın bilgisayar parası Demokrat
İzmir’den
Gazete
gençler için bir okuldur ve yayın politikasıyla demokrattır ama çalışanlarının
sendikal ve sosyal hakları konusunda aynı hassasiyeti göstermediği anlatılır.
Lütfü Dağtaş’ın “Siyasi açıdan düşlediğim yanı yok gibi” demesine neden olur:
“Gazete yönetiminin diğer bir özelliği, işten bol bol muhabir atması. Çalışanların TGS üyesi olmalarına ’olur’ yok. Derken günü geliyor, ben de atılıyorum. Müessese Müdürü Attilâ Bediz, tazminat olarak bir rakam telaffuz ediyor. ‘Benim’ diyorum ‘bu paraya gereksinmem yok. Sizi mahkemeye vereceğim. Kazanırsam en azından sömüren yanınız geleceğe bir belge olarak kalsın!’ Yargı iki yıl sonra lehime sonuçlanıyor. Sendikamızın avukatı Ramiz Sevinç, mahkemeyi kazandığımı, Ankara’daki adresime, PTT aracılığıyla beş bin yüz lira göndererek bildiriyor.”
“Gazete yönetiminin diğer bir özelliği, işten bol bol muhabir atması. Çalışanların TGS üyesi olmalarına ’olur’ yok. Derken günü geliyor, ben de atılıyorum. Müessese Müdürü Attilâ Bediz, tazminat olarak bir rakam telaffuz ediyor. ‘Benim’ diyorum ‘bu paraya gereksinmem yok. Sizi mahkemeye vereceğim. Kazanırsam en azından sömüren yanınız geleceğe bir belge olarak kalsın!’ Yargı iki yıl sonra lehime sonuçlanıyor. Sendikamızın avukatı Ramiz Sevinç, mahkemeyi kazandığımı, Ankara’daki adresime, PTT aracılığıyla beş bin yüz lira göndererek bildiriyor.”
Yaşar
Eyice 1965’te gazeteciliğe hevesli bir liseli olarak Demokrat
İzmir okuluna girmiştir. Sendikanın yeni örgütlendiği dönemde toplantıya
gitmiştir. Gazeteye döndüğünde Ayten Hanım’ı bulur karşısında:
“Kapıda bekliyormuş. ‘Nereden geliyorsun ulan!’ dedi. ‘Sendika toplantısından’ dedim. Zaten biliyormuş. ‘Orada şunları şunları konuştunuz. Ben sana sorarım ama seni seviyoruz. Hadi git, yazılarını yaz’ dedi.” Ama sendikal çalışmalar her zaman böyle “hoş görülmez”. Dilekçi, 1975 sonlarında sendika muhabiri ve TGS'nin iş yeri temsilcisidir. Toplu sözleşme için çoğunluk sağlanması gerektiğinden gazeteyi örgütler. Ama her şehir dışı haberinden döndüğünde sendikalı bir çalışanın işten çıkarıldığını fark eder:
“Oturma eylemine başladım. Sabah dokuzda geliyorum, akşam altıda gidiyorum. Bir de en önde oturuyorum. İstihbarat şefi Akın Kıvanç ‘Sen insanın moralini bozuyorsun’ dedi. Beni arşive kapattılar. Her gün de Yeni Ortam’da, Vatan’da ‘TGS iş yeri temsilcisi, eyleminin bilmem kaçıncı gününde’ diye haberler çıkıyor. Ben de her gün Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne yazıyorum. Eylemin kaçıncı gününde olduğumu yazıp duvara asıyorum. Erol Çetin o yazıyla birlikte fotoğrafımı çekti, kaçtı. Çalışma Müdürlüğüne onu gönderdiler. İş yasasına göre direniştesin; tazminatsız işten çıkarıldım.”
“Kapıda bekliyormuş. ‘Nereden geliyorsun ulan!’ dedi. ‘Sendika toplantısından’ dedim. Zaten biliyormuş. ‘Orada şunları şunları konuştunuz. Ben sana sorarım ama seni seviyoruz. Hadi git, yazılarını yaz’ dedi.” Ama sendikal çalışmalar her zaman böyle “hoş görülmez”. Dilekçi, 1975 sonlarında sendika muhabiri ve TGS'nin iş yeri temsilcisidir. Toplu sözleşme için çoğunluk sağlanması gerektiğinden gazeteyi örgütler. Ama her şehir dışı haberinden döndüğünde sendikalı bir çalışanın işten çıkarıldığını fark eder:
“Oturma eylemine başladım. Sabah dokuzda geliyorum, akşam altıda gidiyorum. Bir de en önde oturuyorum. İstihbarat şefi Akın Kıvanç ‘Sen insanın moralini bozuyorsun’ dedi. Beni arşive kapattılar. Her gün de Yeni Ortam’da, Vatan’da ‘TGS iş yeri temsilcisi, eyleminin bilmem kaçıncı gününde’ diye haberler çıkıyor. Ben de her gün Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne yazıyorum. Eylemin kaçıncı gününde olduğumu yazıp duvara asıyorum. Erol Çetin o yazıyla birlikte fotoğrafımı çekti, kaçtı. Çalışma Müdürlüğüne onu gönderdiler. İş yasasına göre direniştesin; tazminatsız işten çıkarıldım.”
Ama her şeye rağmen
Demokrat İzmir farklıdır. Kaya Çelikkanat “Bu kalitede kalem gücünde
insan bolluğu hiçbir gazetede olmamıştır” derken tüm zamanları kasteder. Bugünün Gözlem Gazetesi
İmtiyaz Sahibi Çetin Gürel, “Mesleğimin çok önemli hasletlerini; haber namusunu, dürüstlüğü, çalışanlara değer verilmesi gerektiğini Demokrat
İzmir’de edindim” der.
Ancak Demokrat İzmir teknolojik gelişmeye ayak uyduramaz. Dinç Bilgin, Yeni Asır’ın en büyük rakibini 1979’da satın alarak ortadan kaldırır. Adını Rapor’a çevirdiği gazeteyi 1985’te Selahattin Beyazıt’a satar. O parayla yeni kurduğu Sabah Gazetesi’nin bilgisayarlarını satın alır. Teknolojik yeniliğe ayak uyduramadığı için çöken Demokrat İzmir’in maddi varlığı, Sabah’ın teknik altyapısını oluşturur. Gazetenin ruhu ise sadece çalışanlarına yadigâr kalır.
Ancak Demokrat İzmir teknolojik gelişmeye ayak uyduramaz. Dinç Bilgin, Yeni Asır’ın en büyük rakibini 1979’da satın alarak ortadan kaldırır. Adını Rapor’a çevirdiği gazeteyi 1985’te Selahattin Beyazıt’a satar. O parayla yeni kurduğu Sabah Gazetesi’nin bilgisayarlarını satın alır. Teknolojik yeniliğe ayak uyduramadığı için çöken Demokrat İzmir’in maddi varlığı, Sabah’ın teknik altyapısını oluşturur. Gazetenin ruhu ise sadece çalışanlarına yadigâr kalır.
17 Ekim 1955 tarihli sayı |
ANILAR.........
Attilâ
İlhan: 12 Mart faşizan bir darbedir
12 Mart 1971’de asker
hükümete muhtıra vermiş, olayın adını ilk olarak Demokrat İzmir Genel Yayın
Müdürü Attilâ İlhan koymuştur: “Bu faşizan bir darbedir.” CHP İzmir İl Yönetim
Kurulu Üyesi, istihbarat şefi Kaya Çelikkanat o akşam partinin yönetim kurulu
toplantısına gider. “Bunun faşist bir darbe olduğunu Attilâ İlhan söylüyor, ben
de katılıyorum” der. Konuyu iki-üç saat tartışan CHP il Yönetimi, bildiri
yayınlama kararı alır. Ama İl Başkanı Kaya Bengisu, başka bir formül bulur: “Ecevit
genel sekreter, İsmet Paşa genel başkandı. Paşa, askerle partisi arasında
sıkışıyordu. Ortanın solundakiler 12 Mart’a karşıydı. En keskin karşı çıkan
örgüt de İzmir örgütüydü. Bülent Ecevit’i aradık ve fikirlerimizi söyledik.
Kaya Bengisu ‘Biz bildiri yayınlamak istiyoruz ama sizi çiğnemek istemiyoruz,
ne diyorsunuz?’ dedi. Ecevit, ‘Siz bildiri yayınlamayın, ben yarın açıklama
yapacağım’ dedi. Attilâ İlhan’dan bir-iki gün sonra olay yaratacak açıklamasını
yaptı. 'Bu, bana karşı yapılmış faşizan bir darbedir' dedi. Tabii kıyamet
koptu. İsmet Paşa da çok kızdı. Çetin Altan 10 gün boyunca 12 Mart askeri
darbesini övdü. İlhan Selçuk da öyle. Onlar 12 Mart öncesinde Yön Dergisi grubu
olarak Doğan Avcıoğlu önderliğinde, Cemal Madanoğlu ile bir darbe hazırlığı
içindeydi. Hasan Cemal de bunların taşeronu... Çetin Altan’ın, İlhan Selçuk’un
övdüğü bu olayın faşist bir darbe olduğunu Attilâ İlhan’ın 10 gün önce
söylemesi, onun düşünürlük gücünü gösteriyor.”
Düvenci’den Çetin Gürel’e gazetecilik
dersi
“Bir
gece servis şefi olarak nöbetçiyim. Gece İstanbul’da Vefa-Kasımpaşa İstanbul
Ligi maçı oynanırken elektrikler kesilmiş. Maç durmuş. Saat 23.00’ten sonra
gazeteyi döndürmek zorundaydık. 23.00 sıralarında Adnan Bey matbaaya gelmiş,
‘Niye bekliyorsunuz?’ demiş. ‘Efendim, Çetin Bey’i bekliyoruz. İstanbul’da
elektrikler kesilmiş, maç verecek, yeri boş’ demişler. Bana hayatım boyunca
ders olmuştur bu olay. Çağırdı beni aşağıya, matbaaya. ‘Oğlum niye
bekliyorsun?’ dedi. ‘Efendim’ dedim, ‘maç oynanırken elektrikler kesildi, onu
bekliyorum.’ ‘Peki’ dedi ‘elektriklerin ne zaman geleceği belli mi?’ ‘Yo’
dedim. ‘E gelmezse ne olacak?’ dedi. Kaldım... ‘Benim sana tavsiyem’ dedi, ‘Ne
yapıp yapıp gazeteyi zamanında döndüreceksin. Eğer gazete zamanında bayiye
ulaşmazsa o gazeteyi altınla yaldızlasan kimse almaz. İkinci ders; haber mi
yok? Ayakkabını çıkaracaksın, o boş yere koyacaksın, makineyi döndüreceksin.’ "
Duygu Özsüphandağ Yayman, İzmir Life dergisi, Haziran 2008
Yorumlar
Yorum Gönder