Ana içeriğe atla

Şiir iktidarı reddeder



Yaşadığını ve gördüğünü şiire dönüştürüp susan bir şair, Ahmet Telli. Soluk almak için sık sık geldiği İzmir'den dünyaya ve kendine bakıyor.





Mutfaktaki, odalardaki işlerini bitirmiş, yaşamı seyre dalmak için "balkon"a çıkmıştı, onu bulduğumuzda. Biz, o çok sevdiği balkonu, evinin ta kendisi sanmıştık. Oysa o "mülküzlük duygusu içinde bir şair" imiş. Ahmet Telli, "İzmir'de yaşamak, ille de orada bir evinin olması meselesi değildir. Ben zaten mülksüzlük duygusu içindeyim. Kalbimde yer kiraladım bu ülkede, o da İzmir" derken, "balkon"unu anlatıyor aslında:
"Mutfaktaki işinizi bitirip balkonda oturmak gibi bir duygu vardır. Galiba İzmir de benim için bu ülkenin balkonudur. Dört duvarı yıkıp ruhuma uygun bir dünyaya, doğaya, insana, kendime bakmayı sağlayan bir olanak gibi görüyorum balkonu. İşte bu yüzden İzmir, bu ülkenin güzel balkonlarından, görme açısını engellemeyen balkonlarından biri. İzmir balkonunda kendi yüreğinizin ovalarından başka insanların vadilerine inebilirsiniz."
Aşk, yalnızlık, isyan ve başkaldırının, sözcüklerin ötesine geçerek elle tutulur kavramlara dönüştüğü şiirlerin ustası, Telli. 12 Eylül sonrası kuşak, "Karanlığın en koyu deminde, harf harf okuyarak bir anlamda gençliğimizi yaşadığımız şairlerden" diyor onun için. Ya da "Bir akşam konuğum ol / Oturup konuşalım biz bize" dizelerini, Yeni Türkü'nün ezgileriyle dinliyor. Ancak kendi şiiri üzerine konuşmayı sevmediği gibi, şiir eleştirisine de karşı çıkıyor Telli:
"Eleştirinin temel olgusu akıl. Şiir, aklı asla reddetmez ama dünyanın aklileştirilmesine karşıdır. 'Şair ne söylemek istiyor?' sorusuna karşıdır. Ancak, biçim olarak eleştiri masasında olabilir. Şiir, ağırlığını sezgiden yana koyduğu için eleştiriyi gereksiz kılar. Rüzgardan üşümüşseniz, üşüdüğünüzün farkına varmanızı ister şiir. Rüzgarın ürpertisini kimyasal ilaçlarla tedavi etmeye kalkmamak lazım."

Okur, şiiri yeniden üretir 

Şairin eleştirisinden antolojiler de payını alıyor: "Antoloji, aydınlanmacı söylemin gerekli pratiklerinden biridir. 17 - 18. yüzyılda yapılması ilerici bir hareketti çünkü düşünceler yaygın değildi. Antoloji, seçicinin beğeni imbiğinden geçebilen bir toplamdır. Seçicinin beğenisine ait olma anlamını çağrıştırır ki şiir, aidiyeti reddeden bir duruştur. Hiçbir yere, hiç kimseye ait olmayan, sınırsız ve sınıfsız gelecek ütopyasının izini bugünden kuran şiir, birileri tarafından aynılaştırılmak istemez. Antoloji kendi içinde hiyerarşiktir, birtakım iktidarları üretir. Oysa şiir, tüm iktidarları reddeder."
Telli, aşkın da tarifine karşı çıkıyor. 

"Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte / Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum."                                                                                                         "Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık"                                                                   "Uçurum diyordun, bir aşk uçurum özlemidir."
 derken şair, başka hikayeler anlatıyor; okurundan onları yeniden üretmesini istiyor: "Aşkı tarif etmeyin, aşkın içinde olun, derim. Şiiri tarif etmeyin, şiirin içinde olun, derim." Kavramları ancak dizelerinde açıklayan Telli'nin yalnızlığını, "Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim" diye başlayan "Su Çürüdü" şiirinden tanıyor okurları:
"Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil.
O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam
arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle
yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen."


Susarak söylemek


Telli, "Yangın Yılları, "Hüznün İsyan Olur", "Dövüşen Anlatsın", "Saklı Kalan", "Çocuksun Sen", "Su Çürüdü", "Belki Yine Gelirim", "Kalbim Unut Bu Şiiri" şiir kitaplarının ardından dergi ve gazetelerde yayımladığı düzyazılarını da iki kitapta toplamıştı: "Ben Hiçbir Şey Söylemedim" ve "Sulara mı Yazıldı Yazılar?"* Şiire ilişkin tartışmaları değerlendiriyor, ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlara ilişkin düşüncelerini anlatıyor Telli. Kitaplarının adındaki suskunluk imgesi bile bir şeyler anlatıyor: "Büyük müzik parçalarında öyle esler vardır ki o parçanın derinliğini kavratır. Gürültülerde es yoktur, biliyor musunuz? O yüzden de gürültüler hiçbir şey anlatmaz; saldırgandır, taciz edicidir, egemenliktir. Oysa güzel aşklarda şu vardır: Konuşmaya bile gerek kalmadan iki sevgili birbirini nasıl anlar bazen. İşte ben düzyazılarda biraz da bu duyguyla ara cümleleri okurun üretmesini istedim."
Okurunun "kirlenmemiş bir okyanus" olduğunu düşünen Telli, bir gün o okyanusta seyahat ederse geminin sarsıntısının sularda iz bırakacağına inanıyor: "O zaman sormak lazım okyanusa; ben geçtim mi buradan? Eğer geçmişseniz o okur, 'Evet' diyecektir."
Günün her saatinde kapısını ona açan dostlarının bulunduğu İzmir'den Ankara'ya gidişlerinde, bir dostunu da beraberinde götürdüğünü öğreniyoruz. "Bütün sayıları kitaplığımda olan İzmir Life dergisi, kendini farklı bir yerde tarif ediyor. Dergi, işi bittiğinde kapının önüne bıraktığınız magazin mecmuası olmaktan öte bir şeydir. İçindeki çoğu yazı yeniden okuyup bir gün kendi yazdıklarıma kaynaklık edebilecek gibi." Ama,

"Az ötede Pasaport Kahvesi
-Gel bir bardak çay içelim
diyor, bütün gün beklenen
Bulut suya değiyor
su zamana"
dizeleriyle içinden şiirler geçirdiği bu kentte yaşamak, Telli'nin uzağında değil: "Ankara'da bulundum yıllarca. Ama 1982'den bu yana sanki akciğerlerimin dolduğu, nefes alamaz hale geldiğim anlarda kendimi İzmir'e attım. İzmir'i kendime yaşayabileceğim bir mekan olarak görüyorum."



* Ahmet Telli'nin diğer şiir kitapları: "Barbar ve Şehla", "Yüzünün Doğusu" ve "Nida". Diğer düzyazı kitapları ise; "Buradayım Sözümde", "Neylersin" ve "Söylesen". "Arkadaşlık Günleriydi" diye de bir öykü kitabı yayınladı.


Duygu Özsüphandağ Yayman, İzmir Life dergisi, Haziran 2002

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye sinemasının gönül yarası: Erkan Yücel

“Türk sineması onun kıymetini bilmedi.”  Sinema eleştirmenleri bu konuda içleri yana yana hemfikir. Türkiye sinemasında uluslararası bir festivalden ödül alan ilk oyuncu Erkan Yücel, hayatını adil ve eşitlikçi bir dünya için devrimci tiyatroya adamıştı. Ölümünün üzerinden çeyrek asır geçse de o, “Şimdi geçti buradan”. Erkan Yücel, deyince ilkin ne geliyor aklınıza? İyi bir tiyatro ve sinema izleyicisiyseniz bir yerlerden zihninize çarpmış olmalı bu isim. “Hakk â ri’de Bir Mevsim”den, “Bereketli Topraklar Üzerinde’den”, “Yorgun Savaşçı”dan, Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan (AST) ya da tiyatroyu Anadolu yollarına çıkaran bir derviş misali Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan... Kazandığı ödüllerden ya da filmleri yasaklanmış, kendisi çok kez tutuklanmış olduğundan mı duydunuz onun adını? Belki de doğaçlama ustası bir mizahçı namını biliyorsunuz. Hani o mizah kaseti furyası başlamadan çok önce bir dost meclisinde kaydedilen, meddahlık yaptığı kaset döne dolaşa sizin elinize de

Ah Mana Mu* dünyayı savaşlar şekillendiriyor, hâlâ!

Handan Gök ç ek’in ailesinin hikâyesinden yola çıkarak yazdığı mübadele romanı “Ah Mana Mu”, yine bir savaşın ortasında, onun yol a ç tığı kitlesel göç yaşanırken üçüncü baskısını yaptı. Ah Mana Mu'da mübadilleri, Elenika’da linç edilen Rum azınlıkları odağına alan, öykülerinde şiddete ve ayrımcılığa karşı sesini yükselten yazar, "Benim derdim, ötekilerle. Belki de büyüklerimin yaşadığı travma, genlerime işledi" diyor. Dünyaya şeklini yine savaşlar veriyor; coğrafi ve beşeri sınırlar yine savaşlarla ç iziliyordu. Anadolu ve Yunanistan’da vakitlerden, mübadele vaktiydi. Yatağı değiştirilen nehirler gibiydi hayatlar. O ailelerden birinin hikâyesi, üç kuşak sonra, “ Ah Mana Mu ” (Ah, anneciğim!) diye seslendi bize. Hayatından bir par ç ayı Yanya’dan Mersin Limanı'na gelirken mübadele yollarında bırakan Rena ile Sakuş’un acısını, İzmirli torunları Handan Gök ç ek yazdı. Roman, 2010 yılından bu yana kendi yolunda usul usul yürüdü. İlköğretim sekizinci sınıf

Bir gazetecilik ve siyaset okulu: Demokrat İzmir Gazetesi

Yola Demokrat Parti ile çıktı ama kısa zamanda gazete, “Demokrat”lığa sadık kalarak yolunu ayırdı. DP’nin en sıkı muhalifi, ülke çapında ses getiren haberlerin sahibi gazete, yetiştirdiği gazetecilerin ruhunda yaşıyor.  13 Şubat 1953 tarihli sayı İkisinin de adı “Demokrat” idi. Biri gazete, diğeri parti idi. 1946’da çok partili sistemin ilk seçimi, Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sinin (DP) de ilk seçimiydi. Ardından Adnan Düvenci’nin Demokrat İzmir Gazetesi, DP’nin yayın organı gibi kuruldu. Denirdi ki, “İki Adnanlar Ege’de DP’yi var etti”. Ancak gazeteyle partinin yolları 1950’lerin başında ayrıldı. Demokrat İzmir, solda muhalif bir gazeteye dönüştü, DP ile ters düştü, haberleri ülke çapında ses getirdi. En çok Attilâ İlhan’ın çıkardığı gazete olarak bilindi, gazeteciler için bir okul oldu.  Beş gazeteci, tanık oldukları dönemler üzerinden, Türk basın tarihinin mihenk taşı Demokrat İzmir’in hikâyesini ve aslında “demokrasi” kavramının siyasi tarihimizde geçtiği yoll