Ana içeriğe atla

Türkiye sinemasının gönül yarası: Erkan Yücel



“Türk sineması onun kıymetini bilmedi.” 
Sinema eleştirmenleri bu konuda içleri yana yana hemfikir. Türkiye sinemasında uluslararası bir festivalden ödül alan ilk oyuncu Erkan Yücel, hayatını adil ve eşitlikçi bir dünya için devrimci tiyatroya adamıştı. Ölümünün üzerinden çeyrek asır geçse de o, “Şimdi geçti buradan”.


Erkan Yücel, deyince ilkin ne geliyor aklınıza? İyi bir tiyatro ve sinema izleyicisiyseniz bir yerlerden zihninize çarpmış olmalı bu isim. “Hakkâri’de Bir Mevsim”den, “Bereketli Topraklar Üzerinde’den”, “Yorgun Savaşçı”dan, Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan (AST) ya da tiyatroyu Anadolu yollarına çıkaran bir derviş misali Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan... Kazandığı ödüllerden ya da filmleri yasaklanmış, kendisi çok kez tutuklanmış olduğundan mı duydunuz onun adını? Belki de doğaçlama ustası bir mizahçı namını biliyorsunuz. Hani o mizah kaseti furyası başlamadan çok önce bir dost meclisinde kaydedilen, meddahlık yaptığı kaset döne dolaşa sizin elinize de geçti belki; Yılmaz Erdoğan’a ulaştığı gibi...
AST’ın yıldız yakışıklısı oydu.
Yılmaz Güney’in, tutuklandığında kendi rolünü devrettiği oyuncu oydu.
Ferhan Şensoy’un, “Tiyatrocu olmama sebep olan kişidir” dediği oydu.
Türkiye sinemasının uluslararası ödül kazanan ilk aktörü oydu; devlet televizyonunca görmezden gelinen...
Rol aldığı az sayıda film, tüm zamanların en iyi Türk filmleri listelerinden inmiyor hiç. Oysa Yücel, döneminde yasaklanan “Hakkâride Bir Mevsim”i ve “Bereketli Topraklar Üzerinde”yi, hiç izleyemeyecek.
O; Onat Kutlar’ın ifadesiyle “ışıyarak yok olan aktör”. Yine Onat Kutlar’dan ödünç bir ifadeyle; sanatı sadece sınırlamalar, baskılar, ilgisizlikler, mahpusluklar, yokluklarla karşılamayı seven bir dönemde yaşadı o da ve bunlardan payını bolca aldı.
“Bugün olsaydı...” demek sadece, "Sinema ondan daha fazla yararlanırdı" öngörüsünde bulunarak anlamlı olur. Zira Yücel’in sadece 41 yıl süren ömrü gösteriyor ki şöhretine şöhret katsaydı da o yine bundan yararlanmayı değil, eşitlik ve adalet için sanat yapmayı seçerdi.

“Bu oyunda Erkan Yücel oynuyor mu?”

Neyse ki tiyatroya çok erken başlamış Erkan Yücel. Yazar ve çevirmen eşi Şükran Yücel, “Doğuştan oyuncu” diye tanımlıyor onu. Erkan Yücel küçükken evde oyunlar hazırlar, komşulara, mahalledeki çocuklara oynarmış. 1962 - 63’te iki kez girdiği konservatuvar sınavlarını kazanamamış olması, tiyatronun ve sinemanın kaybı değil. Yücel, iki sene kadar Ankara Halkevi’nin tiyatro kurslarına devam ediyor ve orada tiyatro yapıyor. Ankara’da Sanatvseverler Derneği’nin tiyatro grubunda oynuyor ve dikkati ilk orada çekiyor. Yücel’in profesyonel tiyatro hayatı Adalet Ağaoğlu, Çetin Köroğlu, Kartal Tibet gibi Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılan isimlerin kurduğu, Ankara’nın ilk özel tiyatrosu Meydan Sahnesi’nde başlıyor.
O sıralarda da Asaf Çiğiltepe ile Güner Sümer, AST’ı kuruyor. Erkan Yücel, AST’ın ikinci senesinde bu sahnede; “Yosma” oyununda rol alıyor. “Ayak Bacak Fabrikası”ndaki oyunculuğuyla çok beğeniliyor. Ardından “Sultan Gelin”, “Bozuk Düzen”, “Durdurun Dünyayı İnecek Var”, “Pazar Gezintisi”, “72. Koğuş” oyunları geliyor ki artık Erkan Yücel tanınır, bilinir bir oyuncu... İzleyicilerin bilet alırken AST’ın gişe görevlisine, “Oyunda Erkan Yücel var mı?” diye sorduğu bir efsaneye dönüşmüş durumda. O, sahneye çıktığında salonda bir alkış tufanı kopuyor. (Yücel aynı ünü, AST’ın diğer yıldız oyuncusu Rana Cabbar ile paylaşıyor.) AST’ta, oyuncuların ilk grevinde de başı çekiyor Erkan Yücel. Hemen her sene Sanatseverler Derneği’nin ve Ankara Sanat Kurumu’nun verdiği en iyi erkek oyuncu ödülleri verilirken de... Böyle bir dönemde AST’tan ayrılıp DAST’ı (Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu) kuruyor. Sebep?

"Atçalı Kel Mehmet" oyununda... 

Devrimci tiyatro için AST’a veda

“AST’ta Erkan, ‘Ana’yı sahneye koydu. 12 Mart’tan sonra nispi bir özgürlük ortamı başlamıştı, ‘Ana’ o şekilde oynandı, çok beğenildi ama ‘74’te yasaklandı ve dava açıldı tiyatro hakkında. Erkan da turne tiyatrosu yapmak; halka, Anadolu’ya tiyatroyu götürmek istiyordu. AST’ın yönetim kurulundaydı. Fakat diğerleri çok turneye çıkmak taraftarı değildi. Biraz da siyasi ayrılıklar nedeniyle, daha devrimci bir tiyatro yapmak amacıyla AST’tan ayrılıp DAST’ı kurdu. DAST ile bütün Anadolu’da turneye çıkıp köylere kadar gitti.”
Şükran Yücel’in böyle bir solukta özetleyiverdiğine bakmayın; epey zorlu bir dönem yaşıyorlar ailece. DAST’ta oynadığı oyunları kendisi yazıp yönetiyor Yücel. “Halkın Gücü” ve “Toprak”, turneye en çok çıktığı oyunları. “Toprak”ı o dönemde Pazarcık’ta yaşanan bir toprak işgali üzerine yazıyor. Ancak Şükran Yücel, “Ankara’da, İstanbul’da serbestçe oynanan oyunlar, Güney ve Doğu Anadolu’da yasaklanabiliyordu. Adana’da, Urfa’da yasaklandı. Pek çok baskıyla karşılaştı turneler sırasında” diyor. 
Erkan Yücel’in tutuklanma hikayeleri turnelerle sınırlı değil. “12 Mart sonrası ‘72’de tutuklanıp ‘74’te afla çıkışının ardından tiyatroyla ilgili epeyce bir gözaltı ve tutuklama yaşadı” diyor, Şükran Yücel. DAST, ‘76’ya kadar yaşıyor. Erkan Yücel, ‘77’den sonra Ankara Halk Tiyatrosu’nu kuruyor. Şükran Yücel, DAST döneminde eşi siyasi mesaj vermeyi amaçladığı için oyunlarda sanatsal yönden bir düşüş olduğunu söylüyor: “Zaten o yüzden DAST deneyiminden vazgeçerek Ankara Halk Tiyatrosu’nu kurdu ve orada hem siyasi hem sanatsal olarak daha üstün nitelikli oyunlar sahneye koymaya çalıştı.”

TRT’nin “görmediği” San Remo ödülü

Erkan Yücel AST’ta “Ana”daki oyunuyla çok dikkat çekiyor. Aynı dönemde Yılmaz Güney de Adana’daki pamuk işçilerinin dramını anlatan “Endişe” filmini çekiyor. Ancak çekimler sürerken Yılmaz Güney cinayet zannıyla tutuklanınca film yarım kalıyor. Yılmaz Güney, asistanı Şerif Gören’in çekimlerine devam ettiği “Endişe”deki rolünü Erkan Yücel’in oynamasını istiyor. O sıralarda evlilik hazırlıkları içindeki Şükran Yücel, dönemin en önemli sinema haberini aktarıyor: 
"Endişe"nin setinde...
“Erkan Yücel ile Yılmaz Güney arasında bir diyalog yoktu. Tanışmamışlardı bile. Endişe’nin kulis arkası notlarına göre galiba, Erkan’ı reji asistanlarından Ali Özgentürk önermiş, Yılmaz Güney istemiş. Yılmaz Güney’in, Erkan’ın ‘Endişe’de oynamasını istediğini o zaman bütün gazeteler yazmıştı. Hatta biz o sırada evlenecektik, ‘Endişe’nin setine gidince setten sonra evlendik.”
 “Endişe”, 1975’te 12. Antalya Film Şenliği’nde (bugünkü Altın Portakal Film Festivali) en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu ödüllerini topluyor. Erkan Yücel, ödülünü Aspendos’ta, Yılmaz Güney’in adı okunduğunda ülkücülerin protestosu eşliğinde alıyor.
“Endişe”, Erkan Yücel’e 1977’de San Remo Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getiriyor. Ne ki Türkiye’de alanında ilk olan bu ödül, TRT’de haber bile olmuyor: “O festivalde en iyi kadın oyuncu ödülü alan Polonyalı akstristin adını söylediler, bir Türk aktör ödül almış, onun adını söylemediler.”
"Endişe"
Bundan sonra dönemin dergilerinde Erkan Yücel’in “yeni Yılmaz Güney” olduğuna dair yorumlar yazılsa da kendisinin öyle bir iddiası yok: “Şöhretli bir sinema oyuncusu, aktör olmak, her önüne çıkan teklife evet demek gibi bir amacı yoktu. Çoğu sinema teklifine de hayır demiştir. Kendi dünya görüşüne uygun film teklifleri geldiği zaman kabul etti sadece. Esas olarak onun alanı tiyatroydu. Sinema oynamayı çok istiyordu ama toplumsal bir mesajı olan iyi filmlerde oynamak istiyordu.”

Karakteri, yazarından daha iyi canlandıran oyuncu

Bu nedenle de sınırlı sayıda film kalıyor ondan geriye. ‘79’da TRT için çekilen ve 12 Eylül darbesinden sonra yaktırılan, Kemal Tahir’in romanından uyarlama “Yorgun Savaşçı” dizisinin setinde iki senesi geçiyor. 1977’de Erden Kıral’ın Yücel’lerin evinde Erkan Yücel ile birlikte senaryo çalışmasını yaptığı “Bereketli Topraklar Üzerinde”, 1979’da hayata geçebiliyor. Yücel, en sevdiği yazar Orhan Kemal’in romanından uyarlanan filmde rol almaktan memnun. Ancak film yasaklanınca gösterime giremiyor. 1983’te rol aldığı, o yılın  hatırı sayılır uluslararası ödüllerini (CICAE, Fibresci, Interfilm Otto Dibelius, Berlin Film Festivali Gümüş Ayı ödüllerini) toplayan “Hakkâri’de Bir Mevsim” de yasaklanıyor. Ferit Edgü, “O” adlı romanından uyarlanan ve senaryosunu Onat Kutlar ile birlikte yazdığı filmdeki Erkan Yücel için şu ifadeyi kullanıyor:
"Yorgun Savaşçı"dan bir sahne...
“Benim tanıdığım Halit’i, benim yazdığımdan çok daha iyi, çok daha insancıl boyutuyla yansıtan oyuncu.”
Yücel, her iki yasaklı filmini de seslendirme yaptığı kendi bölümleri dışında izleyemiyor. İkisi de Yücel’in öldüğü 1985 yılından sonra gösterime giriyor.
“Bereketli Topraklar Üzerinde”nin kötü video kayıtları dışında 35 mm’lik film kaydı bulunamıyor. Üç sene kadar önce İsveç’te bir stüdyoda temizlik yapılırken filmi bulanlar, yönetmen Erden Kıral’a ulaşıyorlar. Kıral, filmini beş bin dolara satın alıyor. O dönemde her sene eski bir Türk filmini restore etmeye karar veren İKSV, “Bereketli Topraklar Üzerinde”yi ele alıyor. Böylece restore edilen ilk Türk filmi olarak 2009'da İstanbul Film Festivali’nde gösterilen film, yarışmalı bölüme rakip gösteriliyor: “Emek Sineması’nda büyük bir galayla gösterildi film. Herkes hayran kaldı. Yarışmada olsa ödülü kesin bu film kazanırdı, dediler. Tekrar gösterime girdi o sene.”

“Belki kıymeti bilinemedi...”

Peki, onu bu kadar “iyi” yapan neydi? Şükran Yücel’in yalnızca Erkan Yücel’in eşi değil, aynı zamanda bir tiyatro ve roman çevirmeni, hikâye ve oyun yazarı, sinema ve tiyatro eleştirmeni olarak görüş belirttiğini hatırlatalım:
Şükran Yücel
“Erkan Yücel’i sadece bir oyuncu olarak görmüyorum çünkü yönetmen olarak da tiyatroda oyunlar sahneye koydu, aynı zamanda oyunlar yazdı, pek çok oyun adapte etti. Fakat oyuncu olarak o kadar parlaktı, o kadar eşsiz benzersizdi ki diğer yönleri gölgede kaldı. Her filmde farklı bir karakteri canlandırıyordu. Her role farklı bir ışık katabiliyordu. Işığı olan bir oyuncuydu. Kendine özgü bir elektrik, enerji yayıyordu. Bir kere Erkan, çok iyi bir gözlemci. Otobüste sen, ben dalgın otururuz. Bu karakter bıyığını nasıl buruyor? Hemen karşısındaki insanın özel bir jestini yakalayıp onun taklidini yapar, onu da oyunculuğunda kullanırdı. Bir oyunculuk kumaşı var. O sonradan edinilen bir şey değil. Bunun yanında çok da dürüst; yalancılık, oyunbazlık bilmeyen, çok düz, çok sade bir yaşamı olan, çok esprili, buna karşılık kendi içinde çok derinlikleri olan bir insandı. Çok iyi bir komedyendi. Emniyette olsun, cezaevinde olsun herkesi yerlere yatıran komiklikler de yapan biriydi. ‘O günleri Erkan’ın sayesinde çok eğlenceli geçirdik’ diyen arkadaşlar olmuştur.”
Eleştirmenlerin “Türk sinemasında ilk 10 ya da 20 filminiz nedir?” sorusunun cevapları arasında Erkan Yücel’in rol aldığı filmlerin mutlaka yer aldığını vurguluyor, Şükran Yücel. “Hepsi de zaten Avrupa’da ilk ödülleri almış filmler” diye eklerken sinemaya bir sitemi var Şükran Yücel’in:
“Bunların sayısı daha fazla olabilirdi. Kişisel ya da siyasi engellerle karşılaştı Erkan, hayatı boyunca. Ondan bize geriye, onun mükemmel oyunculuğunu izleyebileceğimiz daha çok film kalabilirdi. Belki kıymeti tam olarak bilinemedi. Yeşilçam, Erkan’ın oynayacağı bir sinema değildi. Erkan o Yeşilçam'dan sonraki toplumcu sinema içinde var olabilecek bir oyuncuydu. Ara döneme denk geldi. Bu ara dönemler de darbe dönemleri olduğu için, onun oynamak istediği toplumcu filmler çekilemiyordu. Ama onun amacı hiçbir zaman çok ünlü bir aktör olmak, şöhret sahibi olmak değildi. Şöhret onun umurunda değildi. O gerçek anlamda halkın sesi olmak istiyordu. Daha eşit, daha adil bir dünya için tiyatroyla da mücadele etmek istiyordu.”
Bir sinema adamı Onat Kutlar da, Yücel’in ölümünden sonra bu özeleştiriyi sinema adına yapıyor: “Sinemamızın bu çok önemli aktörü yeterince değerlendiremediğini ne yazık ki altını çizerek söylemek zorundayım.”

Genç sinemacıların idolü

Erkan Yücel, Yılmaz Güney’den tamı tamına bir yıl sonra, 9 Eylül 1985’te Kuşadası’nda geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Ölümünün üzerinden çeyrek asır geçmesine karşın o, Mesut Kara’nın 2005 yılında Yücel’in hayatını anlattığı belgesel filmin adı gibi bir etki bırakıyor izleyende: “Şimdi geçti buradan.”
Erkan Yücel’in geride bıraktığı çok film yok belki ama daha önemli bir şey var: Büyümelerine tanıklık edemediği iki oğlu Doğu ve Fırat Yücel... Pek göremedikleri babalarının hikâyeleriyle büyüseler de anne ve babalarından aldıkları miras yetmiş onlara: “Çocuklar küçükken Erkan, ‘Yorgun Savaşçı’da oynadı, ‘81-‘83 arası. Bir yandan da ‘Düş ve Gerçek’ meddah oyunuyla turnelere çıkıyordu. ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’ Hakkâri’de çekildi, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ Adana’da çekildi. Bu dönemlerde babalarını çok fazla göremiyorlardı. Ama tabii ki o, çocuklarla çok güzel bir diyalog kuruyordu. Çocuksu da bir yanı vardı. Onlara da taklitler yapardı. Babalarını çok küçükken kaybettiler; Fırat beş buçuk – altı, Doğu yedi yaşındaydı. Sonuçta babalarının hikâyeleriyle büyüdüler. Onun filmlerini izlediler. Onlar için de bir efsane, bir kahraman babaları.”
İşte o “efsane” babanın çocukları şimdi ailenin sanatçılık geleneğini sürdürüyor. Doğu Yücel, roman yazarı ve senarist. Fırat Yücel ise bağımsız sinema dergisi Altyazı’nın genel yayın yönetmeni. Anneleri ise Erkan Yücel’in çocuklarına olduğu gibi gençlere de sanat aşkı geçirmesiyle mutlu: “Şimdi Geçti Buradan’ belgeselinin İstanbul’da ve İzmir’deki gösterimlerinde gençlerin ona gösterdiği ilgi çok mutlu etti beni. Birçok genç, belgeselden sonra yanıma gelip, rol modelimi arıyordum, şimdi Erkan Yücel’de buldum, dedi. Bütün hayatını devrimci tiyatroya adamış bir adam, turnelerde ışığı olmayan traktörlerin üstünde, köylerde tiyatro yaptı, tiyatroyu çok zor şartlarda halka götürdü ve oralarda da bir iz bıraktı.”


Kutlar’dan “Hakkari’de Bir Mevsim”deki Yücel’e dair: Işıyarak Yok Olan Aktör 

“...Bir ara perdedeki kerpiç köy evinde, gecenin bir saatinde duvara çömelmiş bir gölge belirdi. ... Sonra o insan, yerinden kalktı. Direğe asılmış gazlı feneri aldı ve kendine yaklaştırdı. Garip bir yüz belirdi koca perdede. Çöl bedevileri ya da karlı doğu köylerinin köylüleri gibi sürmeli iri gözlü, iri bıyıklı, çizgileri hem sert hem yumuşak, dumanlı bakışlı hem alaycı hem ciddi bir yüz. Olduğumuz yerde şöyle bir kıpırdadık. Tıpkı filmin öğretmeni gibi eğilip baktık bu yüze. Sadece bu fotoğraf, o elektriklenmeyi gerçekleştirmeye yetmişti. Erkan Yücel’in yüzü, lise yıllarımın elementlerinin ışıltısını taşıyordu. ... ” 

Onat Kutlar, 1 Ekim 1985, Milliyet Sanat Dergisi

Yorumlar

  1. Başarılı bir derleme olmuş, tebrikler.

    YanıtlaSil
  2. 2019 01:37
    Müthiş bir yazıydı.Çok bilgilendim.Teşekkürler.🤗🎬

    YanıtlaSil
  3. Merak edip dururdum bilgilendirdiginiz için teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  4. Hiçbilmediğim detayları öğrendim.Ufuk açıcı bir çalışma .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşe yarar bir yazı olması sevindirdi, çok teşekkür ederim.

      Sil
  5. Ansızın ve beklenmedik bir şekilde buldum yazınızı . Çok duygulandım. Kendisini yakından tanırdım Kaleminize sağlık Çok teşekkürler. Mesut.londra

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıların doğru adreslere ulaşması çok sevindirici. Çok teşekkür ederim.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ah Mana Mu* dünyayı savaşlar şekillendiriyor, hâlâ!

Handan Gök ç ek’in ailesinin hikâyesinden yola çıkarak yazdığı mübadele romanı “Ah Mana Mu”, yine bir savaşın ortasında, onun yol a ç tığı kitlesel göç yaşanırken üçüncü baskısını yaptı. Ah Mana Mu'da mübadilleri, Elenika’da linç edilen Rum azınlıkları odağına alan, öykülerinde şiddete ve ayrımcılığa karşı sesini yükselten yazar, "Benim derdim, ötekilerle. Belki de büyüklerimin yaşadığı travma, genlerime işledi" diyor. Dünyaya şeklini yine savaşlar veriyor; coğrafi ve beşeri sınırlar yine savaşlarla ç iziliyordu. Anadolu ve Yunanistan’da vakitlerden, mübadele vaktiydi. Yatağı değiştirilen nehirler gibiydi hayatlar. O ailelerden birinin hikâyesi, üç kuşak sonra, “ Ah Mana Mu ” (Ah, anneciğim!) diye seslendi bize. Hayatından bir par ç ayı Yanya’dan Mersin Limanı'na gelirken mübadele yollarında bırakan Rena ile Sakuş’un acısını, İzmirli torunları Handan Gök ç ek yazdı. Roman, 2010 yılından bu yana kendi yolunda usul usul yürüdü. İlköğretim sekizinci sınıf

Bir gazetecilik ve siyaset okulu: Demokrat İzmir Gazetesi

Yola Demokrat Parti ile çıktı ama kısa zamanda gazete, “Demokrat”lığa sadık kalarak yolunu ayırdı. DP’nin en sıkı muhalifi, ülke çapında ses getiren haberlerin sahibi gazete, yetiştirdiği gazetecilerin ruhunda yaşıyor.  13 Şubat 1953 tarihli sayı İkisinin de adı “Demokrat” idi. Biri gazete, diğeri parti idi. 1946’da çok partili sistemin ilk seçimi, Adnan Menderes’in Demokrat Parti’sinin (DP) de ilk seçimiydi. Ardından Adnan Düvenci’nin Demokrat İzmir Gazetesi, DP’nin yayın organı gibi kuruldu. Denirdi ki, “İki Adnanlar Ege’de DP’yi var etti”. Ancak gazeteyle partinin yolları 1950’lerin başında ayrıldı. Demokrat İzmir, solda muhalif bir gazeteye dönüştü, DP ile ters düştü, haberleri ülke çapında ses getirdi. En çok Attilâ İlhan’ın çıkardığı gazete olarak bilindi, gazeteciler için bir okul oldu.  Beş gazeteci, tanık oldukları dönemler üzerinden, Türk basın tarihinin mihenk taşı Demokrat İzmir’in hikâyesini ve aslında “demokrasi” kavramının siyasi tarihimizde geçtiği yoll