Toros
dağlarının eteklerinde saklanan bir uygarlık, Hititlerin izindeki genç bir
kadınla bütünleşti, tam 70 yıl önce. Hitit İmparatorluğu dağıldıktan sonra
kurulan krallıklardan biriyle, Asativata’nın ülkesi Adanava ile yolu, 1946’da
kesişti, arkeolog Halet Çambel’in. Yer, şimdi Osmaniye’ye bağlı Kadirli’ydi. Çambel, ömrünün üçte
ikisini verdiği Adanava ülkesinin kalesinde bayrağını dalgalandırmaktan ölene dek vazgeçmedi. Çünkü, biliyordu ki kültür bir bütündü ve Türkiye koşullarında işi,
sadece bir uygarlığı ortaya çıkarmak değildi. Bu nedenle, Prof. Dr. Halet
Çambel için “dünyaca
tanınan bir arkeolog” tanımlamasını yapıp susulmuyor. Dil, çok şey anlatmak
istiyor daha; Çambel’in, ömrünü Anadolu’ya adamışlığını, Hititlerin izini
sürerek kayıp bir krallığı yeniden inşa edişini, hiyeroglif yazısının
çözülmesindeki emeklerini, kültürel
miras ile yerel halkın bütünleşmesi çabasını, köylünün eğitimi ve sağlığı için
yaptıklarını…
1940’ların sonunda yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ başına; Kadirli'deki Karatepe-Aslantaş’a, Çambel’in eşi Nail Çakırhan ile birlikte yarattıklarını görüp dinlemeye, bunun için gitmiştik işte. 2003 sonbaharında bizi (İ. Hakkı Kesirli ve Lütfü Dağtaş ile birlikte İzmir Life dergisi ekibini) yarım yüzyılı aşkın zamandır tırnaklarıyla kazdıkları kazı alanında ağırladı. O zaman 87 yaşındaydı ve tepelik taşlık alanlara, gayri ihtiyari uzattığım elimi tutmayı reddederek tırmandı. Yorucu gezinin sonunda bizi, elleriyle pişirdiği taze fasulye ve bulgur pilavından oluşan mönüyle ağırladı. Çambel, 12 Ocak 2014'te 98 yaşında yaşama veda ettiğinde ardında, sırrını çözdüğü koca bir dünya bırakmıştı.
1940’ların sonunda yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ başına; Kadirli'deki Karatepe-Aslantaş’a, Çambel’in eşi Nail Çakırhan ile birlikte yarattıklarını görüp dinlemeye, bunun için gitmiştik işte. 2003 sonbaharında bizi (İ. Hakkı Kesirli ve Lütfü Dağtaş ile birlikte İzmir Life dergisi ekibini) yarım yüzyılı aşkın zamandır tırnaklarıyla kazdıkları kazı alanında ağırladı. O zaman 87 yaşındaydı ve tepelik taşlık alanlara, gayri ihtiyari uzattığım elimi tutmayı reddederek tırmandı. Yorucu gezinin sonunda bizi, elleriyle pişirdiği taze fasulye ve bulgur pilavından oluşan mönüyle ağırladı. Çambel, 12 Ocak 2014'te 98 yaşında yaşama veda ettiğinde ardında, sırrını çözdüğü koca bir dünya bırakmıştı.
Kurmay Albay babasının askeri ataşe olduğu Berlin’de, 1916’da dünyaya
geldi Çambel. Babası Irak cephesinde çarpışmalara katılıp Berlin’e yaralı dönünce 1924'e dek Avrupa’da yaşadı aile. İstanbul’a
döndüklerinde başlayan Arnavutköy Kız Koleji yılları, Çambel'in hem içindeki
arkeoloji idealini ortaya çıkaracak hem de olimpiyatlara katılan ilk kadın
sporculardan biri olmasına giden yolu açacaktı. Çambel, ortaokul boyunca
yakasını bırakmayan hastalıklardan, eskrime başlayınca kurtuldu. Lisede sanat
tarihi öğretmeninin, onları İstanbul’un tarihi yerlerine götürmesiye arkeolojiyi ideal edindi.
Kazandığı bursla Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji eğitimi aldı. Fransa’daki
ilk yılın sonunda, 1936 yazında Halet Çambel adının tarihe yazılacağı ilk olay
gerçekleşti: Federasyonun çağrısıyla Berlin Olimpiyatları’nda, Suat Fetgeri Aşeni ile
birlikte eskrim dalında Türkiye’yi temsil eden ilk iki kadın sporcudan biri
oldu. Ama olayın önemi fark edilmemişti henüz. Çambel, “O zamanlar öyle
bir şey konuşulmuyordu. Bu, şimdi başladı. Hiç kimse farkında değildi” diye anıyor o günleri.
28
yüzyıl sonra
Üniversitede Eski İbranice ile birlikte öğrendiği Hititçe, Çambel’in izini
süreceği uygarlığın da ipucuydu aslında. Atatürk’ün kurdurduğu bir kurumun,
yine Atatürk’ün direktifiyle başlattığı Alacahöyük kazıları da ışık tuttu ona.
Çambel’in, Türk Tarih Kurumu’nun başkanlığına getirilen babası Hasan Cemil
Çambel, kazı yerinin seçimi için Kurt Bittel’e danışınca Alacahöyük seçilmişti.
Çambel böylece Bittel’in çağrısıyla stajını Boğazköy (Hattuşaş) kazılarında
yaptı. Doktora eğitiminin ilk yılının
sonunda başlayan İkinci Dünya Savaşı onun Fransa’ya dönmesini engelleyince,
Orta Anadolu özlemini giderme fırsatı buldu Çambel. İstanbul Üniversitesi’nden
Prof. Dr. H. Th. Bossert’in asistanlık teklifini bile reddetti ilkin; Kayseri Müzesi’nde çalışmaya
kararlıydı çünkü. Asistanı askere giden Bossert o kadar ısrar etti ki, Çambel,
yıllar sonra Prehistorya Ana Bilim Dalı'nı kuracağı bölüme, dokuz aylığına
girmeyi kabul etti. Çambel'in üniversitedeki görevi, Prof. Bossert’le Hitit
uygarlığının peşinde Anadolu’ya yaptıkları araştırma gezileriyle kalıcı
hale geldi. 30 yaşındaki Çambel, ömrünün kalanını adayacağı Adanava ülkesine
doğru yola, böyle çıktı işte.
1946’da Kayseri ve Adana arasındaki Hitit kalıntılarını araştırma gezisi, kötü hava koşulları nedeniyle zor geçti. Çambel’in ateşi 39 dereceye çıktı ama bu, bir çobandan duydukları haberin peşine düşmelerini engellemedi: Kadirli’de taştan bir aslan heykeli bulunmuştu. Anadolu’daki aslantaşlar, Roma ya da Hitit uygarlıklarına ait oluyordu. O heykel, kutsal hayvan boğaydı, yöreye adını verecek güç sembolü aslantaşlar daha sonraki çalışmalarda bulundu. Ve böylece bir krallık 28 yüzyıllık uykusundan uyanmaya, Kadirli civarındaki köylerin yaşamı değişmeye başladı.
1946’da Kayseri ve Adana arasındaki Hitit kalıntılarını araştırma gezisi, kötü hava koşulları nedeniyle zor geçti. Çambel’in ateşi 39 dereceye çıktı ama bu, bir çobandan duydukları haberin peşine düşmelerini engellemedi: Kadirli’de taştan bir aslan heykeli bulunmuştu. Anadolu’daki aslantaşlar, Roma ya da Hitit uygarlıklarına ait oluyordu. O heykel, kutsal hayvan boğaydı, yöreye adını verecek güç sembolü aslantaşlar daha sonraki çalışmalarda bulundu. Ve böylece bir krallık 28 yüzyıllık uykusundan uyanmaya, Kadirli civarındaki köylerin yaşamı değişmeye başladı.
Çambel,
Hititlerin o ilk uyku mahmurluğu yıllarını, şöyle anlattı: “Burası bir dağ başıydı. Orman içinde
bir yerdi. En yakın yol yürüyerek 15-20 dakikaydı. Evler 15’er dakika
aralıklarla dağınık şekildeydi. Yolu yoktu, suyu yoktu. Su en yakın pınardan
beygirle geliyordu. Elektrik yoktu tabii. Karpit lambası kullanılıyordu.” Salla geçtikleri ırmağın öte tarafında çamurları aşar, Kadirli’ye
geldikten sonra atla Karatepe’ye çıkarlardı. 1940’ta evlendiği gazeteci ve şair Nail Çakırhan’ın, daha sonra
ilk inşaat deneyimini yaşayacağı müze binası da, bu yollar aşılarak beygirlerin
taşıdığı sularla yapılacaktı.
Hiyeroglif dili çözülüyor
Buldukları
uygarlık, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra güneye doğru kurulan
krallıklardan biriydi. Maraş, Kargamış, Sakçagözü, Malatya'dakiler gibi...
Karatepe-Aslantaş’daki ise; Kral Asativata’nın kurduğu, halkını bolluk içinde
yaşattığı, kötü kişileri kovduğu, kadınların güvenle dolaşmasını sağladığı
Adanava ülkesinin kalesiydi. Hükümdarın
yazlık av köşkünün hizmetlileri, askerler ve atlara ait binalar ile depoların taş temel kalıntıları ortaya çıkarıldı. Kapıların iç duvarlarında aslanlar,
sfenksler, dönemin inancını ve yaşayışını gösteren kabartmalar vardı. Ve tüm
yazıtlarda iki dille yazılmış bir metin...
Yazılardan biri Fenike, diğeri henüz çözülememiş olan hiyeroglif dilindeydi. Hitit dilinin akrabası Luvcayı kullanan krallık, hiyeroglif yazıyı da Luvca yazmıştı. Fenikece yazılar, dünyadaki Fenike filologlarına gönderildi. Hiyeroglif dilinde yazılan yazı, Fenikece ile karşılaştırılarak çözüldüğünde görüldü ki çift dille yazılmış tek metin vardı ortada: Kral Asativata’nın seslenişi. Kral, kendini "Ben gerçek Asativata'yım / Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısının kulu / Avarikus'un büyük kıldığı, Adanava hükümdarı' diye tanıtıyordu.
Yazılardan biri Fenike, diğeri henüz çözülememiş olan hiyeroglif dilindeydi. Hitit dilinin akrabası Luvcayı kullanan krallık, hiyeroglif yazıyı da Luvca yazmıştı. Fenikece yazılar, dünyadaki Fenike filologlarına gönderildi. Hiyeroglif dilinde yazılan yazı, Fenikece ile karşılaştırılarak çözüldüğünde görüldü ki çift dille yazılmış tek metin vardı ortada: Kral Asativata’nın seslenişi. Kral, kendini "Ben gerçek Asativata'yım / Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısının kulu / Avarikus'un büyük kıldığı, Adanava hükümdarı' diye tanıtıyordu.
Prof.
Bossert başkanlığındaki ekip, beş yıl birlikte çalışabildi
Karatepe-Aslantaş’ta. Prof. Bossert, 1951’de bıraktı burayı. Çambel'in
ifadesiyle, “Dedi ki, ‘Tamam, bunun kremasını aldık. Gerisi müzelerin işi.
Burada binlerce eser kırık dökük halde duruyor, onlar bizim işimiz değil. Biz artık krallığın payitahtına gidiyoruz’ dedi.” Oysa Çambel’e göre asıl iş
bundan sonra başlıyordu. Kazı alanının öylece bırakılması, tüm emeklerin boşa
gitmesi demek olacaktı. Bossert ovadaki başkent Missis’e (Yakapınar) gitti, ilk
ekipten kimse kalmadı. Eşi Çakırhan’ın yalnız bırakmadığı Çambel, yeni bir ekip
kurdu. Prof. Bossert’in ise, Missis’teki kalıntılara ulaşmak için önce üstteki
Helenistik, Roma, Selçuklu katmanlarını aşması gerekiyordu; buna ömrü yetmedi.
Çambel’in kazı çalışmalarıyla
birlikte yerli halk için yaptıkları; M.Ö. 8’inci yüzyılda döneminin ilerisinde, barışçı bir uygarlığın kurulduğu topraklara hakkını vermekti
aslında. Çambel
Fransız kazılarında öğrendiği ilk yardım bilgileriyle yaralara derman oldu:
“En yakın doktor, atla beş saatlik yoldaydı. Eczacılar teşkilatının sekreterliğine yazı yazdık, bize ilaç gönderin, dedik; gönderdiler. Burada ilk yardım tatbik ettik. Bir yerleri baltayla kesilmiş mesela. İğneleri, pansumanları burada yapıyorduk. Yılan sokanlara yılan serumu getirtiyorduk, Fransız meslektaşlarımızla. Hatta Kadirli'deki doktorların, yılan sokan köylüleri gönderdiği yerlerden biriydi burası.”
“En yakın doktor, atla beş saatlik yoldaydı. Eczacılar teşkilatının sekreterliğine yazı yazdık, bize ilaç gönderin, dedik; gönderdiler. Burada ilk yardım tatbik ettik. Bir yerleri baltayla kesilmiş mesela. İğneleri, pansumanları burada yapıyorduk. Yılan sokanlara yılan serumu getirtiyorduk, Fransız meslektaşlarımızla. Hatta Kadirli'deki doktorların, yılan sokan köylüleri gönderdiği yerlerden biriydi burası.”
Hatta halk, geçmişini bile bulmuştu
bu eski uygarlıkta! Egzamalı bir köylü, bir kabartmanın üzerindeki adamın kılıcını
ve kıyafetini Çerkeslere benzetmiş; “Aaa! Bizim atalar buradaymış” demişti.
Adam iyileşip gittikten sonra ise köyün neredeyse tamamı gelmişti kazı alanına,
“Bizim atalar buradaymış” diyerek.
Adana
yöresinde yaptıkları, yalnızca Hitit uygarlığını ortaya çıkarmak değildi.
1950’de halk türküleri toplamaya başladılar. Bunun için de Ruhi Su'yu birkaç
kere çağırıp buradaki ozanlarla buluşturdular. Ama ozanlar öyle uzaklaşmıştı
ki kendi kültüründen, şaşırtmışlardı Çambel’i:
“Ruhi Su gelince buradaki ozanları çağırdık. Hatta çok ilginçtir, bir defasında komşu ozanlar dedi ki, ‘Sen yanlış yaptın. Adam bir hafta sonra geliyor, sen bize altı ay evvel haber verecektin.’ Niye, dedim. ‘Biz, bu türkülerin artık kıymeti yok diye, transistör makine türküsü kıymetli diye bildiklerimizi unuttuk. Bize söyleyecektin ki bunları talim edelim’ dediler. Ruhi Su geldiği vakit de zar zor toplama yapılıyordu. Halk gelenekleri için de Pertev Naili Boratav’ı çağırıyorduk, o da çalışıyordu burada.”
“Ruhi Su gelince buradaki ozanları çağırdık. Hatta çok ilginçtir, bir defasında komşu ozanlar dedi ki, ‘Sen yanlış yaptın. Adam bir hafta sonra geliyor, sen bize altı ay evvel haber verecektin.’ Niye, dedim. ‘Biz, bu türkülerin artık kıymeti yok diye, transistör makine türküsü kıymetli diye bildiklerimizi unuttuk. Bize söyleyecektin ki bunları talim edelim’ dediler. Ruhi Su geldiği vakit de zar zor toplama yapılıyordu. Halk gelenekleri için de Pertev Naili Boratav’ı çağırıyorduk, o da çalışıyordu burada.”
Köylü
çocukları, kazı ekibinin kurduğu yaz okulunda okuma yazma öğrendi. Öyle
istekliydiler ki bunun için, “İşbaşından sonra saat beşte gelin” denmesine
karşın çocuklar sabah beşte geliyordu. Niğdeli aşçı, ırmağa gidip boğulmalarını
önlemek için çocukları akşam beşteki derse kadar oyalıyordu. Hatta arkadaşları
Sabahattin Eyuboğlu ziyaretlerine geldiğinde, 10 günlüğüne hayat bilgisi
öğretmenliği yapmıştı burada. En yakın okul, beş saatlik yaya yolundaydı. Ama
çocuklar “hakiki okul”a gitmek için ailelerine öyle baskı yaptı ki kazı
ekibinin yaz okulu, bir çeşit sertifika vererek okula gönderdi onları. “O
çocukların bir kısmı
okudu. Kimisi sendikacı oldu, kimisi devlet teşkilatlarında müdür” diyor
Çambel.
"Erkeklerin yola gitmekten korktukları yerlerde / Günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır. / Ve benim günümde bolluk, tokluk, rahat ve huzur vardı / Ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu" diyen Kral Asativata’nın mirası, 1940’ların sonunda Kadirli köylüleriyle bütünleşiyordu.
"Erkeklerin yola gitmekten korktukları yerlerde / Günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır. / Ve benim günümde bolluk, tokluk, rahat ve huzur vardı / Ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu" diyen Kral Asativata’nın mirası, 1940’ların sonunda Kadirli köylüleriyle bütünleşiyordu.
1950’den sonra, Prof. Bossert’in de gidişinin
ardından zorlu yıllar başlamıştı. Taş eserlerin restorasyonu sorunu
çıkmıştı karşılarına. Ne
Türkiye’de
böyle bir birim ne de uzman vardı. Çambel İtalya’da katıldığı bir kongrede Roma Merkezi Restorasyon
Enstitüsü müdürüne sorunu anlattı.
Müdür eserlerin Roma’ya
getirilmesini istedi. Oysa Türkiye’deki koşullar, eserlerin bir
ilçeden diğerine bile götürülmesine
olanak vermiyordu. Enstitü ile anlaşma yapıldı ve 1956’ya dek süren işbirliğiyle oradan uzmanlar geldi Karatepe’ye. Enstitü müdürü,
eserlerin yağmurdan ve güneşten etkileneceğini söyleyerek üstünün kapatılmasını
isteyince halktan ve ağalardan toplanan yardımla ilkin çinko çatılar yapıldı. Sonra da, Türkiye’nin ilk çıplak
betonu ile ilk açık hava müzesinin
yapılma hikayesi başladı:
“Enstitü müdürü, ‘Eserler kendi ortamında, tarihi, doğal çevresi içinde burada sergilensin. Buraya başka çatılar yapılması lazım’ dedi. Bu çatıların da, sütunlar üzerinde, dikkati eserlerden ayırmayacak şekilde, hafif bir tente serilmiş gibi olması gerekiyordu. Projeyi mimar Turgut Cansever, şevkle yaptı ve yapının çıplak beton olarak yapılmasını şart koştu. O vakte kadar Türkiye’de çıplak beton yapılmamıştı. Herkes diyordu ki, 'Bu delilik. Hele böyle dağ başında hiç yapamazsınız. Bunu unutun.' Müheahhit de gitti. Nail başladı işe. Bazı sistemler buldu, onları uyguladı. Gayet güzel tuttu.”
“Enstitü müdürü, ‘Eserler kendi ortamında, tarihi, doğal çevresi içinde burada sergilensin. Buraya başka çatılar yapılması lazım’ dedi. Bu çatıların da, sütunlar üzerinde, dikkati eserlerden ayırmayacak şekilde, hafif bir tente serilmiş gibi olması gerekiyordu. Projeyi mimar Turgut Cansever, şevkle yaptı ve yapının çıplak beton olarak yapılmasını şart koştu. O vakte kadar Türkiye’de çıplak beton yapılmamıştı. Herkes diyordu ki, 'Bu delilik. Hele böyle dağ başında hiç yapamazsınız. Bunu unutun.' Müheahhit de gitti. Nail başladı işe. Bazı sistemler buldu, onları uyguladı. Gayet güzel tuttu.”
"Bütün
parayı okullara ayırıyoruz" diyen, zamanın Bayındırlık Bakanı Tevfik
İleri'ye, “Müze
de bir okuldur" diyerek
aldıkları 200 bin lirayla başlamışlardı işe. İnşaat sürerken İstanbul
Üniversitesi’ndeki görevi de
devam ediyordu Çambel’in. Özellikle Ethem Menderes’in
bu süreçte çok yardımcı olduğunu söylüyordu. Zaten kazıları ve müzeyi
anlatan kitabını adadığı kişilerden biri, dönemin Bayındırlık İl Müdürü
Emrullah Altay ile birlikte Menderes. Müze yapılırken müteahhit işi bırakıp gittiğinde
Altay 10 günde bir gelmişti yanlarına. Menderes ise Çambel’e üniversiteden bir yıl izin
almıştı.
Onun
da adı ölümsüz
Çambel ve Çakırhan’ın civar köyleri
eğitimle aydınlatma çabası sonraki yıllarda da sürdü. Milli Birlik Komitesi dönemi
kaymakamı Mehmet Can’ın okul yaptırma kampanyasına
katıldılar. Kamyakamın
taktiği, bir köye, “Siz
taşını, kumunu, kirecini getirin, temelleri de deşin. Ben size usta, malzeme
vereceğim. Okul
yapalım, yol yapalım” deyip diğer köyü kıskandırmaktı. “Böyle kıskandırmak suretiyle Kadirli’de okulsuz köy
bırakmadı” diye anıyordu Çambel kaymakamı.
Çambel
ve Çakırhan, Aslantaş Baraj Gölü çevresinde, öğretmen ve
ormancı lojmanlarının da olduğu
bir meslek
okulu yapmıştı. Vali iki atölye
binasının parasını verdi. Marangozluk
ve demircilik okullarının binalarını Çakırhan yaptı. Fakat sonra şehirli öğretmenlerin
bu işten kaçmaya çalıştığını anlatmıştı Çambel. Valinin direktifiyle eğitim
devam etti bir süre daha ama öğretmenler Kadirli’ye alınıp da köylü o araziyi
kiraya verince, binalar davar ahırı oldu. Ormancılar, doğramaları götürdü. Osmaniye’nin önceki valisi Ümit Karahan orayı
canlandırana dek atıl kaldı binalar. Şimdi orası, yapıldığı zamanın
ruhunu yakaladı; gölün yanında bir spor tesisi olarak hizmet veriyor.
Çambel'in
hizmeti, Kadirli'de yaptıklarıyla sınırlı değildi; bir arkeoloğun ve kazı
bölgesinin nasıl olması gerektiğini, yaşayarak göstermişti. Silifke'den
İskenderun'a tüm kıyı şeridinin taranmasında, Adana kentsel gelişim planlaması
için kent envanteri çıkarılmasında, Çayönü Diyarbakır kazılarına zoolog,
botanikçi, coğrafyacı gibi bilim insanlarının da katılmasında payı vardı.
Çambel, yaptıklarına “idealistlik” denmesine karşı çıkıyordu. “İşim Anadolu'da. İşiniz neredeyse siz de oradasınız” diyordu. Asıl şaşılması gereken, onun şaştığı durum galiba: “Öğretmenler okuldan çıkar, doğru Halkevi'ne koşardı. Kimi spor, kimi tiyatro, kimi edebiyat, kimi müzikle uğraşır, gençleri yetiştirirlerdi. Şimdi öğretmenlere bakıyorsunuz. Dersten çıkıyor, doğru kahveye gidiyor, pişpirik oynuyor, okey oynuyor."
Anadolu’nun tarih öncesinden kalma kültürünü, bu toprakların şimdiki sahiplerine benimsetmek de zor değildi ona göre: “Çok basit. Siz halkın içinde yaşadığınız vakit o insanlarla bütünleşiyorsunuz. Buranın köylüleri, benim kardeşlerim, akrabalarım gibi. Onlar da beni kendi köylüsü gibi sayar.”
Çambel, yaptıklarına “idealistlik” denmesine karşı çıkıyordu. “İşim Anadolu'da. İşiniz neredeyse siz de oradasınız” diyordu. Asıl şaşılması gereken, onun şaştığı durum galiba: “Öğretmenler okuldan çıkar, doğru Halkevi'ne koşardı. Kimi spor, kimi tiyatro, kimi edebiyat, kimi müzikle uğraşır, gençleri yetiştirirlerdi. Şimdi öğretmenlere bakıyorsunuz. Dersten çıkıyor, doğru kahveye gidiyor, pişpirik oynuyor, okey oynuyor."
Anadolu’nun tarih öncesinden kalma kültürünü, bu toprakların şimdiki sahiplerine benimsetmek de zor değildi ona göre: “Çok basit. Siz halkın içinde yaşadığınız vakit o insanlarla bütünleşiyorsunuz. Buranın köylüleri, benim kardeşlerim, akrabalarım gibi. Onlar da beni kendi köylüsü gibi sayar.”
Ne de olsa, Kral Asativata’nın vasiyetini yerine getiren
kişi değil miydi
Çambel?
"Ve eğer krallar arasında bir kral,
Prensler arasında bir prens,
Hatırı sayılır bir insan
Asativata'nın adını bu kapıdan siler,
Buraya başka bir ad yazar
...
Bu kapıyı yıkarsa
O zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı
Ve evrenin güneşi
Ve bütün tanrıların gelen kuşakları
Bu kralı, bu prensi
Ya da hatırı sayılır kişiyi
Yeryüzünden sileceklerdir"
buyurmuş kral. "Yalnızca Asativata'nın adı ölümsüzdür, / Sonsuza dek / Güneşin / Ve ayın adı gibi" demiş. Ekleyelim; kralın ölümsüzlüğü, artık Halet Çambel'e geçmiştir.
"Ve eğer krallar arasında bir kral,
Prensler arasında bir prens,
Hatırı sayılır bir insan
Asativata'nın adını bu kapıdan siler,
Buraya başka bir ad yazar
...
Bu kapıyı yıkarsa
O zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı
Ve evrenin güneşi
Ve bütün tanrıların gelen kuşakları
Bu kralı, bu prensi
Ya da hatırı sayılır kişiyi
Yeryüzünden sileceklerdir"
buyurmuş kral. "Yalnızca Asativata'nın adı ölümsüzdür, / Sonsuza dek / Güneşin / Ve ayın adı gibi" demiş. Ekleyelim; kralın ölümsüzlüğü, artık Halet Çambel'e geçmiştir.
ANILAR
Validen
takdir yerine tekdir
Karatepe-Aslantaş
kazısı; üniversite, Eski Eserler Genel Müdürlüğü ve TTK tarafından ayrılan
ödenekle sürüyordu. Ödenek
yetersizdi ama eski Adanava’nın bolluk ruhu ayaktaydı! 1947’de Kadirli Kaymakamı Ahmet Cevdet Geçkil ve halk destek oldu onlara. Prof.
Bossert ve Çambel kaymakamdan yardım istedi. Kaymakamlığın böyle bir
bütçesi olmadığından Geçkil,
Çocuk
Esirgeme Kurumu aracılığıyla bir eşya piyangosu düzenledi. Gelirin yarısı kazı
çalışmalarına, yarısı belediyede kitaplık kurulmasına ve 23 Nisan’da yoksul çocuklara harcandı.
Bu destek
sayesinde çalışmalar hız kazandı, hiyerogliflerin çözümünde yol alındı. Ama
daha sonra Çambel ve Bossert valiyi ziyarete gittiğinde bu çabanın devletteki
karşılığının takdir olmadığını gördü. Vali, "Kaymakama, Kadirli'de otur,
hiçbir şeye karışma, iş yapmaya kalkışma. dedim. İş yapmaya kalktı, ben de
tekdir ettim (azarladım)" sözleri, şaşırtmıştı onları.
Çatı,
müze kadar ilgi gördü
Çıplak betonlu açık hava müzesinin yapımına 1957’de başlanır. Ortaya çıkan, bir ilk eserdir. Yapının göze batmaması için uygulanan çıplak beton tekniği, sonraları ilginin merkezine oturur: İnşaat mühendisliği öğrencileri, sadece yapıyı görmeye gelir. İnşaatı sürerken trafikçiler yolda kalır. Nail Çakırhan, onları ekibin çadırlarında misafir eder. Sonra, çatılar daha kalıptayken uzun boylu biri gelir. "Getirin merdiven" der, kalıbın üstüne bakar. Ama kim olduğu belli değildir. Aşağı inince Çambel'in, "Efendim, taşlara da bakar mısınız?" sorusuna, "Taş bana lazım değil" diye yanıt verip gider. Ekip bozulur tabi, "O kadar taşlar için uğraşıyoruz, bu adam böyle söylüyor" diye düşünür. 10 gün sonra, köprü işçileri, mühendis gelir, 20 çadır kurar, yakındaki derenin oraya. "Biz burada köprü yapıyoruz, bizi Necdet Ülger gönderdi" derler. O zaman anlaşılır ki o adam Mersin 5’inci Karayolları Bölge Müdürü Necdet Ülger'dir. Çıplak beton yapıldığını trafikçilerden öğrenmiş, incelemesinin ardından da "Buraya muhakkak iki köprü yapmak lazım, senenin her gününde buranın açık olması lazım" demiş ve köprü ekibini göndermiştir. "Oysa" diyor Çambel, "Burada bir dere vardı. Arada bir sel olursa kapanırdı, o kadar önemli değildi yani."
Fotoğraflar: Lütfü Dağtaş
Duygu Özsüphandağ Yayman, İzmir Life dergisi, Kasım 2003
Yorumlar
Yorum Gönder