Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Okuduklarınızla gurur duyun!

Yılda bilmem kaç bin kitabın basıldığı, medyadan reklamla karışık yazar haberlerinin fışkırdığı kültür endüstrisi dünyasında iyi okur olma gayretinde misiniz? İyi yazar ve iyi kitabın peşinde misiniz? Borges gibi okuduklarınızla gurur duymak mı istiyorsunuz? Benim gibi yapın; yazar ve şair Onur Caymaz'ın, eşi benzeri olmayan Yaratıcı Okurluk Atölyesi’ne katılın.  İnsanlığın henüz resimlerle yazıştığı dönemlerden bugüne uzun bir yolculuğa çıkaracak sizi. Kadim dillerin gölgesinde, her harf için bir kitap düşecek payınıza. Manayı ve hakikati sorgulayacak, yaklaşık 250 kitaplık bir listeyle ayrılacaksınız ama atölyenin etkisi bir ömür sürecek.  "Baz ıları, yazdıklarıyla övünebilir, bense okuduklarımla gurur duyuyorum." Arjantinli yazar Jorge Luis Borges gibi okuduklarımla gurur duymak istiyorum. İyi kitapları seçme konusunda fena olmasam da bazen zamanın ruhuna aldandığım oluyor. O zaman kendimi hemen klasiklerin güvenli kollarına atıyorum. Tarih sınavından

Ah Mana Mu* dünyayı savaşlar şekillendiriyor, hâlâ!

Handan Gök ç ek’in ailesinin hikâyesinden yola çıkarak yazdığı mübadele romanı “Ah Mana Mu”, yine bir savaşın ortasında, onun yol a ç tığı kitlesel göç yaşanırken üçüncü baskısını yaptı. Ah Mana Mu'da mübadilleri, Elenika’da linç edilen Rum azınlıkları odağına alan, öykülerinde şiddete ve ayrımcılığa karşı sesini yükselten yazar, "Benim derdim, ötekilerle. Belki de büyüklerimin yaşadığı travma, genlerime işledi" diyor. Dünyaya şeklini yine savaşlar veriyor; coğrafi ve beşeri sınırlar yine savaşlarla ç iziliyordu. Anadolu ve Yunanistan’da vakitlerden, mübadele vaktiydi. Yatağı değiştirilen nehirler gibiydi hayatlar. O ailelerden birinin hikâyesi, üç kuşak sonra, “ Ah Mana Mu ” (Ah, anneciğim!) diye seslendi bize. Hayatından bir par ç ayı Yanya’dan Mersin Limanı'na gelirken mübadele yollarında bırakan Rena ile Sakuş’un acısını, İzmirli torunları Handan Gök ç ek yazdı. Roman, 2010 yılından bu yana kendi yolunda usul usul yürüdü. İlköğretim sekizinci sınıf

"Şairler yakılıyorsa ülkende, sen de şiir yaz çocuk"

Şair, öykücü, denemeci, romancı, öğretmen, dergici, yayıncı, editör... Aydınlanmanın ışığı, Hüseyin Yurttaş'ın kaleminden yayılıyor, yarım yüzyıldır. TÜYAP'ın 16 - 24 Nisan 2016 tarihleri arasında düzenlediği 21. İzmir Kitap Fuarı'nın onur konuğu Yurttaş, karanlığın karşısında edebiyatla duruyor.  Kentte yetişmemiş bir şair olarak kırsalın zenginlikleriyle yürümüş, ebediyatın derin sularına. "Çocukluk ülkesi" Kozbeyli'de açtığı gözleri büyüdükçe, kitapla yıkamış beynini. Çünkü, "kitap / yele verilen sözün özü / kitap / karanlığa tuzak / kitap / ışığın hüzmesi / zindana inat! / dediler oku / dediler yaz / bununçün besleyip büyüttü seni bu toprak!" Mini mini beyinlere 18 yıl aydınlığı öğretişi, bilgiyi paylaşmayı önemsemesinden. Usta Türkçesinden çocuk edebiyatı da alıyor payını. Öğretmen iken tam bir öğretmen, yayıncıyken tam bir yayıncı... Ama aslı şair, yazar Hüseyin Yurttaş'ın. Diğer kimlikleri, kalem gücünün üstünde yüksel

Bir varmış, bir yokmuş...

Hepimiz masallarla gönderildik uykulara. Büyüyünce bir baktık ki masal diye anlatılanlar aslında, gerçek diye dayatılanlarmış. Üvey anne üvey babanın aklını çelip Hansel ve Gretel'i ormana bırakırmış. Hansel olmasa Gretel bir hiçmiş. Mutluluk, cadıyı fırına atınca gelirmiş. Zavallı güzel Külkedisi, üvey annesi ve üvey kız kardeşlerinin zulmünden, yakışıklı prensin aşkı sayesinde kurtulurmuş. Uyuyan Güzel'i ancak bir prens "uyandırabilirmiş".  Güzel prenses aklını, Püsküllü Prens'e borçluymuş. Rapunzel'i, kurtarıcısı olan prense sadece, upuzun saçları ulaştırırmış. Küçük Denizkızı, prens onu sevip evlenmezse yok olurmuş. Kurbağa Prens'in akıbeti, cadının yüzündenmiş ve onu ancak güzel bir prenses aslına döndürebilirmiş. Prensler görmezse prenseslerin güzelliği beş para etmezmiş!  Cadılar ve cahiller hep kadın, kahramanlar ve akıllılar ise hep erkekmiş.  Biz böyle bir uykuya inanmadık. Çünkü biliyoruz ki insanlığı uykuy

Edebiyat hayata ne katar?

14 Şubat Dünya Öykü Günü'nde edebiyata kocaman bir kapı araladık. Biz kim miyiz? Okuruz, yazarız, öğrenciyiz... İşimizin ve yaşımızın hiç önemi yok; insanın bitmeyecek öyküsünün peşinde, edebiyatın gök kubbesi altında toplanıp yaşamı yaşanır kılmaya çalışanlarız. Yazar Handan Gökçek'in moderatörlüğünde yazarlar Eşref Karadağ, Nalan Yılmaz, Nevzat Süer Sezgin ve Nursel Çetin ile Gökçek'in yazarlık atölyesi katılımcıları ve lise öğrencileri bir araya geldi. Alsancak'taki Yakın Kitabevi'nin üst katına sığmadı sözcükler. Herkes kavlince edebiyatın hayata ne kattığını anlattı... Empatiyi, ötekini, farklı olanı, birleştiriciliği, barışı söyledik.  Sözlerin en güzeli gençlerden geldi. Bu daha da güzeldi. Ardından forum, öykü atölyesine dönüştü. Edebiyat öğretmenleri Nilüfer Yıldız Şendur ve Aysel Hakçı Kocadağ, lise öğrencileri ile interaktif öykü çalışması yaptı. Atölyeden çıkacak öyküler arasından seçilenleri bir ay sonra aynı yerde seslendireceğiz, be

Niçin yazıyorum?

"Birtakım şeyleri söylemeyi seçti diye değil, birtakım şeyleri şu ya da bu biçimde söylemeyi seçti diye yazar olur insan."   Jean Paul Sartre Niçin yazıyorum?   Empati kurmak, Sorular sormak,  Sorgulamak, Düşünmek, Düşlemek, Değiştirmek / dönüştürmek, Hissetmek, Oynamak için mi? Bunların hepsi birden mi? Yoksa hiçbiri mi? Evet, birtakım şeyleri söylemeyi seçtim ve bu "için"lerin listesi daha uzar gider... Bununla birlikte, birtakım şeyleri söyleme biçimim, onları söyleme isteğim kadar önemli. Zira biçim, asla sadece biçim değildir. Biçim, estetiktir, duruştur, protestodur, tercihtir... Biçim, siyasettir. Ne çok yazı okudum ve aslında ne kadar azlar... Meseleler başka başka olsa da bir ortak paydaları var: Hayat aslında bildiğimiz gibi değil, diyor bütün yazılar.  Başka hayatlar mümkün! Beni (onu, şunu, ötekini) gönül gözünle görebilirsin. Bu hikaye aslında böyle bitmemiş olabilir(di). Dünya az ileride kurulmuş olabilir(di

Her yazar bir Kolomb’dur

Kasabadaki yalnızlığını harflerle azaltan çocuk, her yazdığıyla “Hindistan’a gidiyorum” derken Amerika’yı bulur. Edebiyatta, duyarlılığı ve diliyle yeni bir soluk olur. Adı, Hasan Ali Toptaş’tır. “Ben ninemi yalnızlık sanmıştım bir keresinde. / O yıllarda söylenceler eşkıya türküleriyle başlardı. / Ninemin sesinden keklik ötüşleriyle çınlayan / Keklik kokulu ormanlar geçmezdi hiç...” Bu nedenle ki Hasan Ali Toptaş, “keklik kokulu ormanlar”ın peşine düştü, daha çocukken. Gördü. Denizli’nin Çal ilçesinin Baklan kasabasındandı. İlkokul ikiye gidiyordu: “O kasabada herkes benim kadar yalnız mıydı, bilemiyorum ama beni asıl yalnızlık duygusuna iten, yalnızlığın da beni harfler dünyasına itmesine yol açan, çok özel bir sorunum vardı. Başımın arkasında bir yara çıktı. Orası öyle, tıpkı cep aynası gibi ışıldayıp duruyordu. Bir gün, hangi şom ağızlı, imgelemi geniş çocuğun aklına geldi bilmiyorum ama ‘Aha! Aynalı geliyor’ deyiverdi bana. O çocuğu bütün yeryüzü duydu. Kasab

Kral Asativata’nın ölümsüz kadını: Halet Çambel

Türkiye'de, ömrünü bu toprakların zenginleşmesine adamış, idealist bir kuşak vardı, bir zamanlar. O kuşağın son temsilcilerinden arkeolog Halet Çambel; kültürün eğitimle, sağlıkla, tarihle, doğayla nasıl iç içe olduğunu, yaşayarak gösterdi. Hititlerin kayıp krallığını bulmak için yıllarını verdiği Kadirli'de hiyeroglif dilinin çözülmesini sağlarken kasabanın da hayatını değiştirdi.  2014 yılının 12 Ocak'ında vefat ettiğinde 98 yaşındaydı ve eşi Nail Çakırhan ile ilmek ilmek dokudukları kazı evinden, son yıllarına dek ayrılmadı.  Toros dağlarının eteklerinde saklanan bir uygarlık, Hititlerin izindeki genç bir kadınla bütünleşti, tam 70 yıl önce. Hitit İmparatorluğu dağıldıktan sonra kurulan krallıklardan biriyle, Asativata’nın ülkesi Adanava ile yolu, 1946’da kesişti, arkeolog Halet Çambel’in. Yer, şimdi Osmaniye’ye bağlı Kadirli’ydi. Çambel, ömrünün üçt e ikisini verdiği Adanava ülkesinin kalesinde bayrağını dalgalandırmaktan ölene dek vazgeçmedi. Çünk